Yılda birkaç sefer Almanya’ya ablasını ziyarete giderdi Refik. Ayfer ile de ablası sayesinde yine Almaya’da tanışmıştı. Orta düzey bir üniversitede veterinerlik bölümünü bitirmiş ve İstanbul’a, hayallerinin şehrine veterinerlik kliniği açmayı planlıyordu. Nitekim son Almanya ziyareti de bu sebeptendi (!) Hem ablasına hem de Ayfer’e müjdeyi yüz yüze vermek istiyordu. Çünkü klinik için her şey tamamdı. Bir de evlilik teklifi var tabi… Ayfer annesini hiç tanımamış, babasını ise bir yangın sonucu 3 sene önce kaybetmişti. Aileden dolayı maddi durumu iyi olan Ayfer, babasının ölümünden beri her gece Almanya’yı terk etmeyi düşünüyordu. Artık Refik de vardı. Refik habersiz bir şekilde Almanya’ya gelmiş, ablasına bütün durumu anlatmış ve akşam için Ayfer’le sözleşmişlerdi. Ayfer’e çok güzel bir evlilik teklifinde bulunmuş, Ayfer de hiç düşünmeden kabul etmişti. Refik belki de en mutlu dönemini geçiriyordu. Çünkü hem hayalini kurduğu kliniği açacak hem de yine hayalini kurduğu,ay ışığım dediği ve hayatına baharı getiren Ayfer’le evlenecekti. Refik, Ayfer’in düğünden 3 ay önce İstanbul’a taşınmasını istediğinde Ayfer biraz ürkmüştü. Ayfer de Refik gibi İstanbul aşığı bir insandı. Galata Kulesi’ne çıkmayı, Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna bindiğinde martılara simit atmayı çok severdi ve Büyükada’da yaptığı bisiklet turlarını çok özlüyordu. Ancak Türkiye’deki son olaylar onu biraz ürkütmüştü. Ki Refik Türkiye’deyken de onun için endişeleniyordu hep…
Düğüne bir ay kalmış, Ayfer İstanbul’a yerleşmiş ve hatta klinik için dükkan dahi tutulmuştu. Ayfer koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Refik’e bir sürpriz yapmış ve o haftaki maça iki bilet almıştı. Formalar giyildi ve maça gidildi. Maçın ardından stadın çevresi neredeyse boşalmıştı ancak Ayfer bir türlü ayrılmak istemiyordu. Refik sanki hikayenin sonunu bilircesine orda durmak istemiyordu ancak Ayfer’i de kırma fikri onu da orada tutuyordu.
saat 22.28
Refik içecek bir şeyler almak için Ayfer’in yanından ayrılmıştı.
saat : 22.29
…
22.30
Ardı ardına iki büyük ses … Gökyüzüne kadar her yer alev alev, silah sesleri, karanlık, kapkaranlık… Refik yaralıydı. Zaten dakikalar içinde ambulansların siren sesleri birbirine karışmaya başlamıştı. Refik’in bilinci patlamadan dolayı yerinde değil gibiydi ancak ambulansa bindirilirken nefesi tükenene kadar bağırdı ; ”Ayfer, Ayfeeer”
… Ayfer’i kaybettikten sonra güneşi sönen Refik hiç konuşmuyor, hiç yemiyordu. Sadece öfke kusmak ister gibiydi. Refik yazı yazmayı,bir şeyler karalamayı severdi. Ayfer’e de hep yazardı. Bu sefer de bunu yapmak istedi. son çekildikleri fotoğraf, masanın üzerindeydi. Kuzguncuk’ta çekilmişlerdi bu fotoğrafı. Elleri birbirine sıkıca kenetlenmiş ve rengarenk boğaz köprüsünün altında birbirlerine şiir gibi bakıyorlardı. Masanın üstünde başka hiçbir şey yoktu. Refik defteri ve kalemiyle masaya oturdu. Fotoğrafı eline aldığında sol gözünden yaşlar süzülüyordu. Artık hazırdı. Kalemini kağıdın üzerinde öfkeyle oynatmaya başladı ;
‘’onu benden aldınız. şiir gibi bakardı,gözlerindeki şiiri aldınız. baharı aldınız. saçlarının arasından türkü sızardı, susturdunuz. bembeyaz gelinliği kapkara ettiniz. geleceğimiz… geleceğimizi aldınız benden. ah Ayfer, keşke bir kez daha dokunsaydım saçlarına, keşke o kırıntılarından bir şiir daha yazsaydım, keşke deniz gibi baksaydın yine.aşkını yüreğimde büyüttüğüm… her yerde aldınız onu benden; İstanbul’da, Diyarbakır’da, Ankara, Elazığ ve Van’da. Gaziantep’te bir düğündeyken, Suruç’ta barış, barış diye bağırırken, Ankara’da gençlerle halay çekerken… Kayseri’de üniversite çıkışındaydık, Bursa’da, Kızılay’daydık. İstiklal Caddesinde aldınız onu benden. yılbaşı kutlayacaktık biz Ortaköy’de, doğru ya orada da alacaktınız onu benden. bahar güneşim… en güzel türküm… çocuklarımız? siz onları da öldürdünüz, büyütemeden… arkadaşlarını, ilk aşklarını, annelerinin uykusuz geçen gecelerini, beraber sevinçlerini, hepsini…’’
siz tam 499 cana kıydınız. 499 anneye, babaya,sevgiliye,arkadaşa… siz kıydınız, ay ışığıma…