Ahlak nedir?

Etik değerler?

Kim söylüyor bilinen ahlak kurallarının ve toplum normlarının doğruluğunu? Neden içimizden geldiği gibi davranamıyoruz? Sokak ortasında öpüşüp,  görevlilere basit bir selam vererek sınırları geçemiyor, başka topraklar, başka insanlar göremiyoruz?

Peki ya adalet?

Ne sağlar adaleti? İnsan mı? Yoksa devletler mi? Peki devletlerin adalet sağlayamadığı yerde insanların kendi adaletini sağlamaları ne kadar meşru? Her gün onlarcası adalet saraylarından elini kolunu sallayarak çıkarken, ölen öldüğüyle, kalanların acısı yeni pişmiş taze fasulye kadar sıcakken, çarklar adalet tekerinin dönmesini sağlayamıyorsa kim sağlayacak?

Hayatında parmağı bile kesilmemiş biri ile kanın içinde doğmuş birinin adalet duygusu aynı mıdır peki?

 

Sigarasından derin bir nefes alırken zihninin karanlık köşesinde peyda oldu bu sorular, tekrar ve tekrar. İşi yüzünden iki haftadır doğru düzgün dinlememişti ve yorgunluk artık gözünün bebeğinde beşik kurmuşçasına sallanıyordu, vücuduna düştü düşecek. Sigarayı masanın kenarına bırakıp ayağa kalktı. Yeni uyanmışçasına kollarını arkada birleştirip vücudunu gerdi. Yavaş adımlarla masanın diğer ucuna gitti, ceketinin iç cebinden ufak bir tüp çıkardı. Tüpün kapağını açıp birkaç saniye masanın ucundaki adamın burnunun etrafında gezdirdi. Adam, keskin koku burun deliklerinden beyin kıvrımlarına acılı acılı tırmanırken irkilerek uyandı. Şöyle bir etrafına bakındı, ışık gözlerini kamaştırmıştı. Kaldığı kulübenin içinde elleri arkadan bağlı çırılçıplak oturuyordu. Yavaşça adamın yanına yaklaştı ve sol yanağına hafif sertlikte bir tokat attı, tokatla birlikte sandalye hafif sağa kaydı;

“Günaydın, umarım fazla ses yapmamışımdır sen uyurken.”

 

Adam bağırmaya çalıştı ama ağzı kapalıydı. Çaresizce sandalyenin üzerinde çırpınmaya, bağlarından kurtulmaya çalıştı. Çırpınmayı bıraksın diye biraz öncekinden daha sert bir tokat daha attı ve eliyle adamın yüzünü kendine çevirdi;

“Boşuna kendini kurtarmaya çabalama, burada Allah bile sana yardım edemez!”

 

Masanın başından biraz önce oturduğu sandalyeyi aldı ve adamın karşısına ters bir şekilde koyup oturdu. Ceketinin iç cebinden tabakasını çıkardı, içinden bir sigara alıp iki kere tabakaya vurdu ve yaktı. Sigarasından derin bir duman alıp adamın yüzüne üfledi. Adam konuşmaya çalışıyordu ama duyduğu sadece anlamsız seslerdi. Anlamsız şekilde adamın yüzüne baktı;

“Ne diyorsun anlamıyorum? Ha pardon, bant.”

Bantı sağ tarafından tutup hızla çekti, adam sağlam bir çığlık attı, sakallarının bir kısmı bantın üzerinde kalmıştı.

“Sen kimsin birader? Ne işin var evimde? Ne demeye elimi kolumu bağlayıp soydun beni? Aklımdan geçen şeyi yapmayacaksın dimi?”

“Herkesi kendin gibi sapık mı sandın ulan orospu çocuğu?”

 

Adamın yüzüne gelişine bir sol kroşe patlattı, sandalye ile birlikte sol tarafa düştü ve burnundan oluk oluk kan akmaya başladı. Adamı yerden kaldırdı ve tekrar yerine oturdu. Kendini sakinleştirmek için birkaç defa derin derin nefes aldı ve konuşmaya başladı;

“Şimdi, bağırma, ha seni kimsenin duyup yardıma geleceğinden değil, Allah’ın siktir ettiği bir yerdeyiz burada seni kimse duyamaz, sadece, bu aralar kafam gürültü kaldırmıyor, beni anlıyor musun?”

“Anlamasam ne olacak lan? Anlamasam ne olacak?”

“Onu o zaman konuşuruz, şimdi daha mühim şeyler konuşmamız lazım.”

“Ne konuşacaksın ulan benimle bu halde?”

“Mesela davan hakkında konuşabilirim.”

“Kimsin lan sen?”

“Gecenin sonunda onu da söyleyeceğim merak etme. Şimdi; anlat bakalım, neden öldürdün kardeşini?”

“Sanane lan benim kardeşimden? Sana ne?”

“Senin buraya gelme sebebin çünkü kardeşin.”

“Bak, kimsin necisin bilmiyorum ama bırak beni gideyim, bak evde çoluğum çocuğum bekliyor, bırak ne olursun.”

“O yüzden mi bir aydır burada kalıyorsun? Bir aydır çoluğun çocuğun yoktu da şimdi mi aklına geldi?”

“Bırak beni bak ne olursun bırak kardeşim lütfen, çocuklarım var benim bırak beni.”

“Kardeşinin de çocuğu bekleyecekti, öldürmeseydin şayet.”

“Bana o orospuyu savunma!”

“Bunu mu öğretiyorlar size ahlak diye? Masum bir kişinin ölüsünün arkasından orospu diye konuşmayı mı? Üstelik arkasından konuştuğun kişi de kardeşin.”

“Onu milletin koynuna girmeden önce düşünecekti.”

“Bunun için mi öldürdün yani kardeşini.”

“Evet, bunun için öldürdüm. Biz onu okusun diye gönderdik o milletten çocuk peydahlayıp geldi. Sen olsan ne yapardın birader, öldürmez miydin?”

 

Oturduğu yerden bir sol kroşe daha çıkardı adamın çenesine ve adam tekrar yere düştü. Ayağa kalktı ve adam yerdeyken tekmelemeye başladı;

“Dikkatsiz sevişti diye adam mı öldürülür lan? Siz misiniz lan bu şehrin zaptiyesi?”

 

Hayalarına sert bir tekme attıktan sonra adamın sandalyesini düzeltti. Sağ eliyle hafif uzun saçlarını geriye attı, soluk soluğa yerine oturdu ve tekrar konuşmaya başladı;

“Kim getirdi seni buraya?”

“Kimse, burası benim evim.”

“Bana yalan söyleme senin bu çevrede bırak evi bir tane dikili ağacın yok söyle seni kim getirdi buraya?”

“Sen nereden biliyorsun benim burada yerimin olmadığını puşt!”

 

Sert bir tokat daha attı, bu sefer adamın ağzının kenarından kanlar akıyordu. Ayağa kalktı ve ceketini çıkarıp pencere önündeki tekli koltuğun üzerine koydu. Siyah deri eldivenlerini çıkartıp masanın üzerine bıraktı. Siyah gömleğinin üstten iki düğmesini açtı ve kollarını sıyırdı. Masanın üzerinden eldivenleri tekrar aldı, giyerken önceki yerine yavaşça kuruldu;

“Şimdi, seni buraya kim getirdi önce onu söyle.”

Adam kan tükürerek zorlukla konuşmaya başladı:

“Salim, Salim getirdi beni buraya.”

“Salim ne?”

“Salim Sarımeşe.”

 

Cebinden telefonunu çıkardı ve söylenen ismi yazdı. Bittiğinde telefonun saat göstergesine baktı, ikiyi on yedi geçiyordu.

“Saat de baya ilerlemiş, yarın da mesai var, biraz acele etmemiz lazım o yüzden.”

“Ağbi, Allah peygamber aşkına bırak gideyim lütfen ağbi, yarın giderim mahkemeye, derim suçum neyse çekmeye hazırım, paşa paşa çekerim cezamı, seni de söylemem, ne olur bırak gideyim!”

“Dur bırakacağım merak etme! Ama son olarak şunu söyle bana, hadi namus ayağına kardeşini öldürdün anladık, neden öldürmeden önce tecavüz ettin kardeşine?”

“AĞĞĞĞBİ BEN ÖYLE BİRŞEY YAPM…”

“SUS SİKERİM EVVELİYATINI OROSPU ÇOCUĞU, KIZ ÖLDÜRÜLMEDEN ÖNCE TECAVÜZ BULGULARINA RASTLANDI, SPERM ÖRNEKLERİ DE SENİN DNA’N İLE UYUŞUYOR, KİMİ KANDIRIYORSUN LAN SEN?”

Adama o kadar sert yumruklar atıyordu ki son nefesini vermesi an meselesiydi.

“ULAN… İNSAN… ÖZ… KARDEŞİNİ… SİKER… Mİ… GÖT… OĞLANI?”

 

Ceketinin cebinden tabakasını çıkarıp bir sigara yaktı, hızlı hızlı 4-5 nefes çektikten sonra adamın arkasına geçip ellerini çözdü, yediği dayaktan dolayı kolunu kıpırdatacak hali yoktu. Adamı ensesinden tutup masaya yasladı, sigarasından büyük bir nefes alıp adamın arkasına bastırdı. Adamın acı içinde attığı çığlıklar kulağına muazzam bir keman konçertosu gibi geliyordu. Sandalyeyi ayağı ile biraz ileri itti, adamı ensesinden tutup tekrar sandalyeye oturttu ve yüzüne birkaç sağlam yumruk daha salladı;

“Seninle içim bittiğinde, bırak ananı Allah’ın bile seni tanıyamayacak!”

 

Arka cebinden eski bir çakı çıkardı ve adamın göğsünü rastgele kesmeye başladı. İşi bittiğinde acıdan bayılmıştı, elini adamın hayâlarına attı ve var gücüyle sıktı. Adam, gözleri fal taşı gibi açılmış şeklide sandalyede acıdan kıvranmaya başladı. Ayağa kalktı ve ellerini tekrar arkada bağladı. Sandalyenin önünde diz üstü çöktü, sol eliyle adamın hayâlarını tuttu ve usta işi bir kesik attı. Ellerinden akan kan kulübenin eskimiş parkesine yayılırken adamın yumurtalıklarını kesip sol elinde görebileceği seviyeye kaldırdı ve stres topu çevirir gibi sıcak topları çevirmeye başladı;

“Sizler, sen ve senin zihniyetinde olanlar, her boku kendi özgür iradenizle yiyip sonra “şeytana uydum abi” diye boku şeytana atan siz orospu çocukları, bu sistem sizleri hiçbir şey olmamış gibi dışarı salıyor bir bir, cezalandırmak yerine. Niçin? Nasıl olsa ceza almıyoruz diye aynı boku tekrar yemeniz için. Adaletin olmadığı yerde kişiler kendi adaletini sağlar. Buna kimi anarşi der, kimisi de toplumsal farkındalık. Benim için ne dedikleri önemli değil. Sen ilk değilsin, yakalanana kadar son da olmayacaksın. Senin gibi binlerce insanla aynı havayı solumaktan duyduğum rahatsızlığın literatürde bir izahı yok!”

Çakıyı elinde bir-iki kere döndürdükten sonra adamın şah damarına sapladı.

 

 ***

 

Eve geldiğinde saat sabaha karşı dördü yirmi geçiyordu. Eve gelmeden önce kız kulesinin karşısında durup biraz gezindi. Kız kulesini tam karşıdan gören bir banka oturup bir sigara içti ve nemli boğaz havasını ciğerlerine çekip arabaya atladı. Radyonun tuşuna bastı, saçma salak bir Türkçe şarkı çalıyordu. Kanalı değiştirmek için radyonun tuşuna bastı. Sonraki kanalda akşamki haberler veriliyordu, bir sonraki dini bir programdı. Böyle üç-dört kanal değiştirdikten sonra bir tanesinde karar kılıp bıraktı. Radyoda when death calls çalıyordu. “Gayet güzel” dedi kendi kendine ve arabayı çalıştırıp camları ve radyonun sesini açtı. Sahil yolundan bankalar caddesine doğru ilerledi. 93 model Corolla Kadıköy’ün yağmurlu, depresif ve karanlık sokaklarının derinliğine akarken ” Tony Iommi Kadıköy’ün yerlisiymişçesine gitarını öttürüyor.” diye düşündü.

Portmantonun üzerine sigarasını, çakmağını, cüzdanını, araba ev anahtarını, telefonunu ve çakısını koydu. Eldivenler dâhil tüm kıyafetlerini siyah bir çöp torbasına koydu ve banyonun yanına bıraktı. Yaklaşık on dakikalık ılık bir duşun ardından mutfağa geçti. Ortadaki raftan kristal kesim bir viski bardağı aldı, en soldaki dolaptan da yarım şişe viskiyi alıp bardağın yarısına kadar doldurdu. Portmantodan sigara, çakmak ve telefonu alıp oturma odasına geçti. Müzik çalardan bir şarkı açtı ve üçlü koltuğa kendini bıraktı. Elindekileri sehpanın üzerine bıraktı, bir sigara yakıp viskisinden bir yudum aldı. Sigaradan ikinci nefesini almıştı ki telefonu çaldı;

“Efendim!”

“Abi uyandırdım mı?”

“Yok Serhat’ım, uyumuyordum, söyle!”

“Abi bizimki bir ceset daha bırakmış.”

“Yine mi? Nerede?”

“Beykoz tarafında bir yerde abi, konumu atıyorum sana. Anons geçtiler gerçi ama…”

“Ses yapmasın diye telsizi kapattım eve gelince, kafam gürültü kaldırmıyor bu sıralar.”

“Anladım abi.”

“Eşkâl filan belli mi?”

“Hulusi Ertuğran, şu kız kardeşine tecavüz edip öldüren herif vardı ya bir buçuk ay önce.”

“Bende bu akşam onunla ilgili bir araştırmaya çıkmıştım, sana yazdığım ismi ne yaptın?”

“Ha Salim Sarımeşe. Abi adam müteahhit, iki sene önce girmiş bu işlere, ondan önce toptancılık yapıyormuş. Aksaray tarafında beş-altı tane apartman yapmış, iki tane de Sarıyer’de inşaatı var. Bir de işe yeni başladığı zamanlarda millet vekili aday adayı olmuş. ”

“Eee?”

“Abi cesedin bulunduğu kulübe de onun üzerine, geçen sene yaptırmış.”

“Nerede demiştin sen kulübeyi?”

“Beykoz’da abi, Saklı Orman’a yakın bir yer.”

“Orası orman arazisi değil mi nasıl kulübe yapmış bu adam oraya?”

“Abi adam milletvekili aday adayı olmuş!”

“Hay amına koyayım… Neyse, oğlum sen emin misin bizim katil olduğuna? Bu Hulusi denen yavşak yapmış olmasın?”

“Eminim abi, götünde sigara yanığı var!”

“Cesedi nasıl buldunuz?”

“Üç buçuk civarı isimsiz bir ihbar yapılmış Üsküdar’dan, sahil tarafında bir telefon kulübesinden.”

“Bu sefer nasıl kesmiş adamı manyak?”

“Taşaklarını kesip gözlerini oymuş, gözlerinin yerine taşaklarını koymuş.”

“Vay amına koyayım!”

“Daha ilginci, olay yeri adam canlıyken bunları yapmış dedi.”

“E gözleri ne yapmış?”

“İhbarın yapıldığı telefon kulübesinde bulduk abi.”

“Savcı geldi mi?”

“Haber verildi gelmek üzeredir.”

“Tamam ben de hazırlanıp geliyorum birazdan.”

“Abi istersen gelme, olay yeri bir şey bulursa ben sana haber ederim. Buradan da büroya geçeceğim zaten, sabah dosyayı yazar veririm sana.”

“Oğlum eğer bizim katilse beşinci oldu bu, savcının çenesini çekemem, sen attın mı bana konumu?”

“Attım abi.”

“Tamam”

Telefonu kapadığında fondaki müzikten şu sözler dökülüyordu;

“Tell me, does it matter,
If I’m still here, or I’m gone?
Shifting to the after,
An impostor, so disowned.

Are you surprised black water flows,
From wells run dry?
I’m not the one you know.”

 Yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle sigarasından derin bir nefes daha alıp sehpanın üzerindeki kül tablasına söndürdü ve üzerini değiştirmek için yerinden kalkıp yatak odasına gitti.