Yüzümü gizlemeyişimin bir önemi yoktu. Eğer yeterince hızlı koşabilirsem her yerde saklanabilirdim. Bunu bilerek önüme çıkan tüm sokak lambalarını, çöp konteynerlerini tekmeliyor, çevremdeki asık yüzlere bakarak küfürler savuruyordum. Alışılagelen tüm davranış kalıplarının aksine, kendi doğrularım için yaşama fikrini ve insanların yüzlerinde beliren soru işaretlerini görmekten keyif alıyordum. Benim için ne düşündükleri umrumda değildi. Söylenen yüzlerini, sayıklayan beyinlerini çoktandır kanıksamıştım. Diğer herkese göre yaptıklarım ucubelikti. Biliyordum. Bu beni daha da keyiflendiriyordu. Nerede bir polis sireni duysam, ışığa kaçan sinekler gibi kendimi sesin geldiği yöne doğru sürüyordum. Hayatı boyunca birilerine, bir şeylere yetişmek üzere programlanmış olan beyinleri, yetişilecek insan olarak çalıştırmak en büyük hevesimdi. Bu bir polis sireni de olabilirdi, ölüm de…
Kamu düzenini bozmak ve halkı korkuya sürüklemekle suçlanarak ekip arabasına bindirildim. Yüzümde, karşımdakine iğreti gelen bir gülümseme vardı. İlkokulda, Ali ata bakarken, Emel’in eve gönderildiği bir eğitim anlayışıyla büyümüştüm. Şimdi ekip otosunda karşımda duran bu adamların da benim hakkımda ne düşündüğünü tahmin etmek hiç te zor değildi. Şimdi ben; söz dinlemeyen, yalnızca ata bakmayıp, onu sorgulamak isteyen kişisiydim okuma fişlerinin. Ertesi sabah eve döndüm. Neyse ki kamu, bir gece düzen içinde uyumuştu. Sıra bendeydi.
Çünkü ben herkesin uyandığı saatlerde uyumayı, sahte mutluluğun kağıt parçalarıyla takas edildiği zamanlarda aralarında olmamayı tercih ediyordum. Bir sigara yaktım, yatağıma uzandım. Parmaklarımı zafer edasıyla birleştirip kafamın altına aldım. Hayat diye düşündüm; bir vidanın sarmalı gibi, girdiğiniz çukuru derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Uyandığımda güneş henüz batıyordu. Gelen sesler, yakında bir yerlerde büyük bir kavganın olduğunu düşündürüyordu. Umursamadım. İnsanlar diye başladım sırtımı dikleştirip boş duvarlara çığlığımı çalarak, erken kalkarlar, en büyük adaptasyonları alarm sesleriyle uyanmalarıdır ve yapacakları bir yığın vardır. bir şeylere yetişmelerinin ikamesidir hayal kurmaları ve onu da beceremezler uykusuzluktan…
Kapı tıkırdadı. Gelen kız arkadaşımdı. Muhteşem kalçaları vardı. Tanrı’yı takdir ediyordum. Ondan bundan konuştuk biraz. Benim için endişeleniyordu. Haklıydı. Son günlerde fazla öksürüyordum. Sigara içmenin zararları üzerine dokunaklı bir nutuk dinleyeceğimden emin bir şekilde yüzünü izledim. Güzeldi yüzü. Burnundan şikayet ederdi hep. Ufak kusurların, insanları daha çekici kıldığından habersizdi oysa ki. Bunu ona söylemiyordum. Bu benim ve onun burnu arasındaki bir sırdı. Uzandık. Güneşin batışını izleyebileceğimiz en güzel yer değildi belki yatağım ama hiç değilse karşılığında para vermek gerekmiyordu. Öksürük nöbetleriyle geçen bir hayatım vardı ve hep en güzel anımda gelirdi bu nöbetler. Şaka olmalıydı. Namlusu şakaklarınızda bir çember oluşturmuşken hayatın, aldığınız nefesin kokusu baruta benzer. Öpüştük uzun uzun. Güneş batana ve ayak sesleri kesilinceye dek…
İki saat sonra dışarıdaydık. El ele hüküm sürüyorduk sokaklarda. Bizde daha güçlüsü, daha kaygısızı olamazdı. Ruhumuzu rüzgarın hışırtısına teslim etmiştik. Tek tük geçen arabaları seyredip, bir arabamız olmadığı için şükrediyorduk. Elimi bıraktı bir an için. Koşarak yola fırladı.
‘’Hey, gelsene ! Ölüme meydan okumak için çok mu gençsin yoksa ?’’
Ölümden korkmuyordum oysa. Beni öldüren şey’lerin seçimi ile ilgileniyordum sadece. Hayatımızda olmadığı için şükrettiğimiz bir şeyin bizi öldürmesine izin veremezdim. Asil bir ölüm yakışırdı bize. Böylesi ahmakçaydı. Yağmur altında ve topuklarımda yolların yorgunluğu varken, hiç bilmediğim bir coğrafyada ölmek istiyordum. Yanıma geldiğinde saçlarından öptüm. Henüz değil dedim. Henüz değil… ölmek bize en çok erguvanların içinde ve dilimizi konuşmayan insanların yanında yakışır dedim. Sen ve ben sevgilim, ancak yeni filizlenmiş ve 1000 yıl boyunca hüküm sürecek bir ağacın tazeliği gibi yaşamalıyız. Dallarımız nice yolcuya gölge olmadan buradan ayrılamayız. Elimi beline attım. Tüm gezegeni avuçlarımda hissetmiş olmanın hissiyatı anlatılmazdı. Seviyordum. Ölemezdim. Henüz değildi…