-Yarının son gün olduğunu hatırlıyorsundur umarım.
– Evet. (Hayatta her zaman kendimden emin görünmek istedim.)
– Güzel. Bu sayıdaki yazının nasıl olduğundan biraz bahsedebilirsin o zaman herhalde.
-Hiçbir şey yazmadım henüz. (Aynı zamanda da şapkamdan hep sürpriz çıkarmayı.)
– Ne demek hiçbir şey yazmadım? Yani onca ay tek bir çizik bile atmadın mı defterine?
– Ama çok şey gördüm. (Kusursuz nedenler sunmayı.)
-Ah, hadi ama lütfen bana o bardan bahsetmediğini söyle.
– O bardan bahsediyorum. ( Ciddiyet yoksunlarına karşı ısrarcı olmayı.)
– Demek vasatın bir tık üstü bir barda birkaç ay çalıştın ve hayatın tavus kuşu tüylerini görme şansı yakaladın öyle mi? Bak Tuğba, neredeyse 1,5 yıldır tanışıyoruz ve bir o kadardır da bu fanzini çıkarıyoruz biliyorsun. Ben de senin hiçbir zaman öyle konuşmaya meraklı, heyecanlı tiplerden olmadığını biliyorum. Sen hep pek sessiz ama büyüleyici bir yazar oldun. Belki de sessiz olduğun için böyle oldun bilmiyorum. Demek istediğim şey şu: Çalışmaya başladığın bara kendini bu kadar kaptırmanın hiçbir anlamı yok. Senin en iyi yaptığın şeyi bile aksatmana neden olduysa kim bilir başka neler çalmıştır senden. Barla arana biraz mesafe koyup yazıyı da yarına yetiştirebilirsen o eski Tuğba tekrar küllerinden doğacak sanki ha, ne dersin?
– Uğraşırım. ( Her biri ötekinden daha da anlamsız birçok cümle kuran insanları tek kelimeyle susturmayı.)
– Çok hevessizsin ama her neyse. Şimdi gitmem gerek, gelecek sefer seni daha iyi bulacağıma inanıyorum, görüşürüz.
( Üstelik garsonluktan önceki hayatımda bütün bu istekler yalnızca çaresiz bir hayal olarak yüreğimin tozlu raflarında saklanıyordu. Şimdi her şey ne kadar farklı, ne kadar özel.)
Gereksiz, egoist bir insan. Sonunda gittiğine göre daha farklı şeylere odaklanmalı.
Odaklanmalı ama bir zamanlar bu kızla arkadaşlık kurup kendimi nasıl bu kadar onun peşinden gitmeye şartladığımı bir türlü anlayamıyorum. Bir yerlerde upuzun bir ip kopmuş, bambaşka bir dünyanın ortasına düşmüşüm ben. Ama ne zaman? Neden ve nasıl? Bunların cevaplarını biliyor muyum ben?
Öğlen vakti olmasına rağmen park oldukça sessiz görünüyor. Havuz başında ağır ağır yürüyen yaşlı çifte; sesleri tek tük gelen, uzaklarda koşuşturarak oyun oynayan çocuklara bakarak bir cevap arıyorum.
Nafile.
Yakın çevremi tekrardan dikkatlice tarıyorum. Parktaki çirkin heykellerden birinin arkasından çıkan bir kedi oturduğum banka doğru yürüyor. Bankın üzerine atlayıp çantama sürtünüyor…
Çantam! İçinde hep günlüğüm olan çantam! Kendi geçmişime karşı detektifçilik oynamaya karar verdiysem günlüğümden daha değerli bir ipucu olabilir mi? Liseden beri belirli aralıklarla yazdığıma göre içinden önemli bir şey çıkmaması mümkün değil. Nasıl da unutmuşum onu bu aralar. Neyse, bir an önce okumalı.
Çiçeği Burnunda İş Kadını
(Günlüğümün hiçbir yazısına tarih atmayıp onun yerine başlık atmış olmam da tamamen kendi şapkamdan kendime çıkardığım sürprizlerle bağdaşır.)
Début’da işe başlayacağım ilk gün. Çalışma hayatına bir barda atılmanın pek zor olacağı ve “kız başıma” böyle risklere girmememin daha iyi olacağı söylendi. Umurumda değil. Zaten buranın sahibi beni özel olarak bu işe seçtiğini söyledi. Ufak bir araştırma sonucu benim profilimde ve çalışmak isteyen bir insan bulduğunu, bunun önemli bir pazarlama stratejisinin kilit parçası olduğunu, detaylarını gelecek günlerde bana da açıklayacağını söyledi. Şimdilik bekliyorum.
Tırnaklarımın Ucunda Bağıran Dünya
Siparişleri hep aynı kelimelerle ve aynı ses tonuyla aldığım, boştayken diğer çalışanların hiçbiriyle iletişim kurmadığım ve müşteri memnuniyetine tamamen aykırı soğuk yüz ifademden dolayı şaşkın yahut kızgın bakışlarını aldığım müşteriler oldu. Alkolden kişiliklerine çektikleri duvarların önünde bütün insanlar aynı görünüyor gözüme. Ağlamak için gelenlerle gülmek için gelenler bile aynı. Aynı amaçla gelenleri ise farklı bir beden olarak bile seçemiyorum bazen. Bugün kendimi, düşündüğüm çirkinliklerin pratiğe tamamen uymasından kaynaklı bir iğreniş; nefret ve küçümseyici bir ifade ile insanlara bakarken yakaladım. Korkuyla hemen yüzümü her zamanki belirsiz haline soktum sonrasında. Buradan bu kadar çabuk kovulmayı istemiyorum ama işe bayıldığım da pek söylenemez aslında. Début’daki insanlar hafta sonu gecelerinde durduğuna asla şahit olamadığım içimdeki “His ve Thesis Nehri”nden –adını böyle koymuştum- bile daha çok gürültü yapıyor. Kahkahalar, müzik, öpüşme sesleri, heyecanlı tartışmalar, laubali konuşmalar, kavgalar…
Yeter. Para kazanmak zorunda olduğumu biliyorum fakat bunun daha onurlu yolları da vardır elbette. Hayatımda bir değişim gerek. Yoksa burada pek uzun kalamam sanıyorum.
İyi Polis Gizli Polis
Sonunda neden özel seçilmiş bir garson olduğumu öğrendim. Début’nün sahibinin uzun yıllar sonucu geliştirdiği işletme tecrübesi ile bize sunduğu plan şuydu: Garsonlar ben ve diğerleri olarak ikiye ayrılacaktı. Ben, bütün gün boyunca olabildiğince sakin, hareketsiz ve soğuk durarak gözler önünde görülemeyen bir hayalet olacaktım. Ama bu hayalet aynı zamanda müşterilere sürekli yakın durarak, her konuşmalarına olabildiğince dikkat kesilerek onların nasıl insanlar olduklarını, neler konuştuklarını ve neler yaşadıklarını öğrenecekti. Bütün bu öğrendiği bilgileri ise mekânın neşeli ve sempatik diğer garsonlarına rapor halinde sunacaktı. Böylece siz onlarca sıkıntınız arasında boğulurken beklenmedik bir anda sizi tamamıyla anlayan ve yaşadıklarınızı “sürpriz bir şekilde” bilen bir kurtarıcı garson karşınıza çıkacaktı.
Ucuz ama iş görür bir samimiyet üzerine kurulu bu yöntemin işe yaradığı çok açıktı. Uygulamaya başlamamızı takip eden birkaç günde hemen sadık müşteriler kazanmaya başlamıştık. Début’nün artık meşhur garsonları vardı, gelen müşteriler en az arkadaşları kadar onlarla konuşuyor, beraber gülüp beraber ağlıyorlardı. Benim bütün gecelerim ise hala bardaki tüm insanların profilini çıkarmakla geçiyordu. İçimdeki “His ve Thesis Nehri” sadece kendi suyuyla değil, dünyanın bütün okyanuslarından gelen sularla besleniyordu sanki. Artık yalnız kendini duyan bir kulak değil, başını toprağın nefesine doğrultmuş bir naiftim. O gürültünün olağanüstü çeşitliliğinden habersizdim. Aklımın kenarında köpükler birikiyordu.
Amiral Battı (Sırtıma Bıçak Gibi)
Barmenin dikkatsizliğinden olsa gerek, bardağın üstünde çok fazla köpük birikmişti. Yolda dökmemek için çaktırmamaya çalışarak üstünden bir yudum aldım. Siparişi sahibine, üç haftada üç kez buraya gelmiş sert bakışlı emekli bir Tuğamiral’e götürdüm. Geçen seferlerde olduğu gibi beni yine yol boyunca memnuniyetsizlikle süzdü. Bardağı masaya bıraktım, arkamı dönüp tam gidiyordum ki Tuğamiral ilk kez benle konuştu:
-Bardağımdan neden içtin?
Bomboş gözlerle ona baktım. Oysa bardak gayet normal görünüyordu, ne kenarlarına bira dökülmüştü ne de üstündeki köpük eksilmiş sayılırdı.
-İçtiğimi nasıl anladınız?
Saniyelik bir gülümseme gördüm. Bu özgüvenin, tahminle yola çıkıp da hedefi on iki’den vurmanın yarattığı gururlu bir gülümsemeydi.
-Kızım, bana öyle yeni yetme bir bahriyeli gibi bakma, ben yıllanmış bir denizciyim: köpüğün her türlüsünden gayet iyi anlarım. Ayrıca odağını yanlış yere yönlendiriyorsun, kaybolan köpükler bardakta değil dudağının kenarında.
Anladım ki sofrada oturan kurtlardan mutfaktaki biftek kokusunu saklamak imkânsızmış. Profesyonellerle âşık atmaktan olabildiğince sakınmalı.
Nöbetçiyi Kim İzler?
Bir çocuk her cuma günü buraya gelip beni izliyor. Sanırım birkaç haftadır durum böyle. O kadar dalgın bir bakışı var ki bana değil de aklındaki benim hayalime bakıyor olması daha olası geliyor bana. Arkadaşları ile konuşmalarında da benden bahsettiğini hissediyorum. Bu his içimde ne zaman olgunlaşsa gizlice yanına gitmeye çalışıyorum ama o sürekli beni takip ettiği için konuyu hemen değiştiriyor. Kendisini şimdiye kadar gereksiz kimlik bilgileri dışında tanıyamadım ama bir gün gelip benimle bir şeyler paylaşacağını biliyorum.
Öykülerde Buluşuruz
Aklımı en çok karıştıran masaya iki bira koyarken bir el yumuşakça bileğimden kavradı. Çocuğun eli. Karşısındaki arkadaşı tuvalete gideceğini söyleyip masadan kalkmıştı. Beni gözleriyle karşısına oturttu, oturdum. Ağzının kenarından yukarıya doğru uzanan bir kıvrımla beni sakinleştirdi, sakinleştim. Bazı insanların öyle teklifsiz bir gülümsemesi vardır ki onlara tek bir cevabınız olabilir. O da yalnızca geri gülümsemektir, gülümsedim. Aklımızdan geçen en önemsiz düşüncelerin bile karşıdaki eşini bulabileceği kadar uzun bir süre konuştuk. Kahramanının benim olduğu bir hikâye yazdığı için beni günlerce izlediğini söyledi, ben de ona kendisinin bir süredir günlüğümün kahramanı olduğunu söyledim. Demek parmaklarımız ilk olarak kâğıtlar arasından birbirine uzanmıştı. Şimdi ise her şey hareketin dünyasında, bizim dünyamızda oluyordu ki bu tarif edilemez bir mutluluktu. O gün daha sonra yaşadıklarımı buraya yazmayacağım çünkü hayatım boyunca aklımdan çıkmayacaklar. Ayrıca böylesine değerli, insanın hayatında belki de yalnızca tek kez karşılaşabileceği eşsizlikteki anıları da günlük sayfalarımdan dahi kıskandığımı belirtmekte beis görmüyorum tabi.
Günlüğüme en son böyle yazmışım. İyileşmeyi damarlarına kadar duyumsamanın hazzı…
Parkın gölüne bir karabatak dalarken ben Güneş’in tüm parıltısını üstümde hissediyorum. Arkamda oynatılmış kalemlerden de tek bir sonuç damıtıyorum: Vaktinde ektiğim nefret tohumları hasat vaktinde karşıma sevgi olarak, sevgili olarak çıkmış.
Bundan gayri tek bir inancım var
Sürpriz koynunda neşesini saklar.