ağlayışın da bir imzası vardır

çiseleyen bir aşkın buruşturduğu kağıtlar da

bilinmez

şu güğüllere hapsolan birkaç küçük sır gibi

aynı ağızdan üflenir temenniler

geleceğin kapısını tıklatsın diye

şimdinin bünyesindeki vuslatı göredursun diye

bundan

iki yüreğin tuttuğu bir kalemle atılan çizgide ilerlemeli insan

iteklemeli aklını bünyesinden

gözlerini sırtına almalı mesela

meçhul bir ölüm orucuna girdi mi sevda

terazileri kırmalı, birkaç köprü yağmalamalı vahşice ve umarsızca

ve

bahtla sevişerek gelindiyse bir beşiğe

tutkuyu kendine yoksullaştırmış bir denek olmaktan farksızdır hüviyeti

masalları arasına giren namlularla

çürümeye yüz tutan kıpkırmızı bir elma sanki ruhu

sanki güven kelimesini aşağılayan bir diktatör içindeki

yüzündeki hayata el sallamış bir çocuk

bir daha dizleri kabuk bağlamasın diye

düşmekten korkan bir çocuk

kanlı bir gelinliğe oturan bedeninde

yüreği hiç sevişmelerden ağrımamış

acıya bir yemin bağlamış, mutluluğunu beyaz bir mezarlığa yatırmış

oysa belirsizliktir

kabusun emzirdiği bir bebek de olabilir rüya

ızdırap, sonu bilinmeyen bir romana adım atmak da olabilir

sükun sükun ağlarken göğün organları

kalkanını indir, sen de mecbursun yaşamaya

hayatın şavkına gözünü kırptın bir kere

yüreğini terk etme, yapma bunu

maskeler incitir derini, kemiklerin etine kıyar

asma kendini suçlu bir kan uğruna

tecrübelerini kasis etme, çizgileri inceltme

mat et korkularını, döndür içine dudaklarını, adımlarınla fısılda yeniden sesine

çünkü

cambazlığa gelmez hiçbir aşk -bunu tekrarla kendine-

kır o acımasız tabakayı

ve karıştırma! 

ipince bir ip değil aramızdaki

ağlayışın son imzası

buruş buruş yüzümdeki