babam iki mermer arasında dikilirken
gökyüzüne bakamayacak kadar yorgundu.

uzak ve doğru bir sezgiydi
küçülüp yok olmak, yok olup hiçliğimde bir düzen; aşktan rünlerimle bir evren kurmak.
bu demektir ki
cüzi olanın düşümden eksilttiği durumlar yok.
cüretimin boşluğunu ifade ederdi yerimde saymak,
bu boşluğun korkuyla dolmasına inanmadım.
ramak kala yaşanacak birkaç günümü bocaladığım dizelerimle anlatmayacağım.
dalıp gitmelerin somutlaması olmayacak bu şiir
dahil olmadığım şiire inanmadım.

babam dedi ki:
ben bu havaları hiç sevmem,
annemin öldüğü havaya benziyor
babamın öldüğü

anlamıyordum neden ve niçin tam olarak
uğraş karşılıyorsa tanımını
uzaklaşmanın verdiği çelişki neyin nesiydi?
biz insanların esaretini uzatacak bunca hırgürü
kesintiye uğratmak için miydi ölüm?

bini bir para sezgilerin
gerçeğin altını dolduramayacak olduğunun farkına vardım.
gerçek gözlemlenecek şey değildi yine de
eskittiğim bankların birine oturup
baktım dünyaya.
efemeral cevaplardan satılmış olanlara,
medyatik konulardan estetik konulara.
bulanıklığın parçalarında herkes
herkes enkazının bulanıklığında.

naletten kurulmuş bir çatıya güvenmiyorum
biliyorum bu sezgilerim dışarıdan bir bakış değildir,
içindeyim karaltının.
bu beni mahkum yapar, yanlı yapar.
ben tüm bu baskının varlığından bağımsız,
havanın ne sıcak ne soğuk oluşunun babama verdiği sancıyı
başının üstünde yıllanan çatının
yıkılışını kavrayamam.
anlamayı da hiç istemem babamı.
ve öyle bilmem ki yaşamayı
yıkılıp, kurup, hesaplayıp hesaplayıp
ağlatırım olasılıkları

caddedeki çadır şemsiyeler gittikçe küçüldü
gökyüzü açıldı ve doludan korunamadım
ıslanmaktan korkmadım
çoğumuz kuru kalacaktık
canevinin ortasında birkaç parça toprak da
üşümekten alıkoyan uyku da var olmadı
gözlerim kapandı
yeterince karanlık değil ortalık