Kırgınım. Birine değil, bir olay yüzünden değil. Her şeye kırgınım ve biraz da hiçbir şeye.
Kusmak istiyorum. İçimdeki bütün kötülüğü, bütün çığlıkları, hıçkırıkları; seni, sizi ve onları… hepimiz için kusmak istiyorum ve biraz da hepimiz yüzünden.
Ağlayanların sesini yanımızdayken bile duyamıyorken mısralarında nasıl duyalım?
O gözyaşları elimizi yakmaz mı, nasıl dokunalım?
Eksik o kadar şey var ki. Eksile eksile sel olduk.
Su hayattır biliyorum ama sel yıkımdır. Tekilken çoğul olduk, hayatken yıkım.
Kalemi kırılmış bir yazar, kopuk kopuk cümleler, iç içe karışmış düşünceler ve dökemediği gözyaşları yine. (Gözyaşı da hayat mıdır, yoksa tuzlu su mu sadece?)
Yazılarına âşık olan ben, yazamıyorum şimdi.
Yazdığımda bile beğenemiyorum artık. Kalemi kırık bir yazar ne kadar iyi yazabilir ki?
Yazamıyorum. Kusamıyorum. Ne seni ne onu ne bizi ne de onları. Hepimiz hapsolduk bir dilencinin aç karnının içine. Hepimiz gurulduyoruz. Fokurduyoruz.
O gülüşler mi zehirledi bizi yoksa?
Bir kız ilk regl olduğunda değil, ilk sahte gülüşü çınladığında kadın olur.
Çın çın çin.
Kahkaha zilleri mutsuzluğumuz şerefine çalıyor bugün. O zillerin ritmine uyup sahte danslar etme zamanı.
Bir kız ilk sahte dansını ettiğinde kaybeder bekaretini. Vajinadan değil, ruhtan akmalıdır kızıllık.
Kızıllıklar da sel oldu.
İstemediği yataklarda, istemediği koyunların içinde kaybolan kadın. Midesini bulandıran o inlemeleri kusamayan bir kadın. Neden yapıyor bunu? Unutmak için. Neyi? Hatırlamıyor.
Bedenin, satmaya karar verecek kadar sana aitse orospu değilsindir.
Bedenimi çaldılar.
Bedenim artık senin, onun, sizin ve onların.
Kalemim benim sanırdım, meğer bedenimi çalarken
kalemimi
kırmışlar.