Tanrının sonsuz hafızasına yeni sayfalar eklediğimiz o akşam kışı geçirmek üzere uzaklara doğru yola çıkmıştık. Yazın henüz bitmişliğini, ellerimde kalan meyve kabuğu kokusu yüzünden unutamıyor ve yüreğimde birçok vedanın hüznünü duyuyordum. Evvel zamanda yaz bitecek diye ödüm kopardı. Şimdi ise bugün yağmur yağarsa ardımda yanan temmuzları söndüreceğine inanıyorum. Ve biliyorum ki yazın açtığı yaraları güz bittiğinde anımsamıyor olacağım. Öyle görünüyor ki her akşam olduğu gibi bu akşam da anlatılacak çok şey var.

Eve henüz varmışlığın ve yola çıkmışlığın çok uzağında bir yerlerde suyumun durgunluğunun bozulduğunu hissediyorum. Denizin çok uzaklardan önüne katıp getirdiği yabancı, anlamsız bir şey ürkütüyor göz çukurlarımda sakladığım kırmızı rüya kuşlarımı. Göğün damarlarında birbirine karışıyor süt ve kan. Yel kımıldatıyorken öd ağacının dallarını, düşmanımı denize dökmek elbette kolaydır. Fakat sevgili Yusuf, işte senin ellerin ve işte uykunun sonu.

İsmini öğrendiğimden beri seni izliyorum. Salim bir limana varmak istedikleri için yolundan cayanlar ve güneş batmadan evine dönmek isteyenler arasında sıkışıp kaldığını; bir sözcük içine iki anlam sığdırmaya çalıştığını biliyorum. Denizde boğulduğunu hatırlıyorum ve şimdi burada olduğun için huzurluyum. Bu zorlu yolu göze alanlar kimi kanunlarda sürgüne gönderilir. Fakat seninle beraber bir ikindi üzeri yazdan unutulan o açık pencereden kaçtığımızdan beridir yüzlerimizin burada hiçbir tanıyanı yok. Oysa ben seni tanıyorum, ismini biliyorum. Denizlerin niçin yükseldiğini, kuş uçumu bir uzaklıktan gelen baharı ve akrebi düşmüş saatin gösterdiği ağır aksak ilerleyen o zamanı varlığının aksinden izliyorum. Sevgili Yusuf… İşte senin ellerin ve işte uykunun sonu.