ölü eller dans ediyor yüzünün etrafında. her dönüşlerinde anna’nın bir parçasını daha çekiştiriyorlar. ilkinde, ikincisinde, üçüncüsünde ve belki dördüncüsünde bile koparamıyorlar, fakat bu sonsuz danslarında, döne döne, acelesiz gagaladıkça, anna’nın direnci yitiyor. kabuk kabuk soyulmaya başlıyor yüzü. mavi eller danslarına devam ediyor.
ellerin ikisi, çenesinden tutuyor. bu hareketsiz iki el, itiraz kabul etmeyen bir nezaketle, geriye kalan ellerin sofrasına sabitliyor anna’nın tupturuncu yüzünü. diğer eller üstüne kıvrılıyor, birkaçı etini mıncıklamaya başlıyor, durmadan dönüyorlar. içlerinde ısı hiç olmamış eller. mavilikleri, yer yer koyulaşıyor. anna, bu mavi sisin içinde, duruyor. kayıtsız, acısından soyut, sakince ve dimdik durmaya devam ediyor. gözünü kaçırmıyor, dudakları hiçbir yöne kıvrılmıyor; ne acı, ne mutluluk, ne öfke; suratı, insan olduğunu açığa vermiyor. yüzünün parçalanışına, içinin sığınaklarından tanıklık ediyor. acının olduğu bu boyuttan gitmiş. evet, ölü ellerin dansında güzel bir aksesuar olmayı reddetmiyor, bu boyutta fiziksel bulunuşu bunun kanıtı. ama, aleyhine yapılan bu dansta, rolünü kabullenmiş bir aksesuar olmayacak.
yüzüne açık turuncu bir tül örtüyor, sonra yüzünün her kıvrımını alıp, içine kaçıyor. dudaklarının mutlak kırmızısını, yumuşaklığında eritiyor tül. ellere kendinden haber vermeden, ferahça seriliyor yanaklarına. bazen ellerden koruyor anna’yı, bazen görmesini engelliyor; bazen de ikisi aynı anlama geliyor.