Adamın biri bir gün – ya da kadının- hiddetle dolu bir şekilde gitmiş bir kapının önüne. Var gücüyle asılmak istemiş koluna kapının ya da bir tekme savurup yıkıvermek istemiş onu. Yapamamış. Yetmezmiş gibi tık tıklayıp izin istemiş girebilmek için. Neden her şey bu kadar zormuş. O kadar hiddetliymiş ki Allah’ın adını bile anmamış. Odaya girmiş ki o da ne? Bir kadın. Dibi gelmiş sarışın. Aradığı bu değilmiş. Bir hay Allah çekmiş. Bu kez sinirine nasıl yenik düşmemiş ben de bilmiyorum. “ O nerde?” “Müdür bey mi?” Beni düzeltmesene be kadın, bey falan demeyeceğim o serseme. “Hı hı.” “ İçeride, yalnız önce bir bakayım müsait …” Adam – ya da kadın- beklememiş, dalmış içeriye. Bu kez tıklatmamış. Paldır küldür varmış masaya, oturmuş müdürün karşısına. Sileceksin demiş. Müdür tabii tecrübeli, neyi kast ettiğini hemen anlamış.
– Olmaz, yasak.
– Ben anlamam, sileceksin. Buradan en kısa zaman içinde gitmemin önündeki bütün engelleri yıkarım.
– Yapamam, mevzuata aykırı.
– Siz her şeyi kuralına uygun mu yaparsınız müdür bey?
– Elbette. Ben kaç yıllık devlet memuruyum sizin haberiniz var mı?
– Pekâlâ. Göreceksiniz.
Çok geçmeden müdür görmüş. Neyi kast ettiğimi de sormayın canım işte, hepimizin bildiği o şeyi. Şeyinkini.
Odanın kapıları ardına kadar açılmış. Adamlar ve kadınlar apar topar çağrılmış. “Her ne işiniz varsa bırakın ve odama gelin!” Ekranlar açılmış, dosyalar dolaplardan çıkarılmış. Bir masa etrafında toplanılıp yüksek sıcaklıkta, fokur fokur konuşmalar yapılmış. Adamın biri şıpır şıpır damlayan terlerine bırakmış ensesini. Kadının biri söylenmeye başlamış. Bazı adamlar ve kadınlar kollarını bağlayıp içine dönmüş. İçlerinden haykırıyorlarmış. Motorlar çalışıyormuş. Müdür kartları dağıtıp dağıtıp yeniden topluyor, hepsine yüzlerine takmak üzere maskeler veriyormuş.
Müdür dışında ona şeyini gösterinin kim olduğunu bilen yokmuş. Kimileri bunun olsa olsa bir erkekten çıkabileceği fikrini ortaya atmış. Kızlar gösteremezmiş şeyini. Müdür kendisi de erkek olduğundan olacak bu fikri sevmemiş. Elinin tersiyle vurmuş, almış duvara yapıştırmış. Bunun üzerine kolları bağlı kadınlardan “ Biz istersek her şeyleri yaparız.” yorumu gelmiş. Her an altında kalabileceği zannı savuşturan müdür bir oh çekip arkasına yaslanmış. Yardımcısı olacak kadın sevinmiş. Müdür rahatsa o da rahat. “ Hem biz kadınlar duygusallıktan sebep bazen akıldışı kararlar veririz.” Ah be sağ kol, şu adamın – gururunu- okşamaktan vazgeç artık!
Konuşmalar çoğaldıkça terleyen adam, iyice çileden çıkmış. Nasıl olsa anlaşılmaz diyerek şovuna müdürden habersiz bir iki damla gözyaşı eklemiş. Müdür fark etmese iyi. Ne de olsa pamuk gibi bir idareci o. Gaddar ve despot biri olarak görünmek, isteyeceği en son şey. Hayır, değil. Sadece kırılgan egosu, ne çok sert ne de ılımlı olmasına geçit veriyor.
Terleyen adam daha fazla dayanamamış. Kalkmış ayağa. “ Benim yapmam gerekenler var, daha fazla bekletemem işlerimi. Müsaadenizle.” Kapıyı çarpmasın diye yavaşça çekip çıkmış. Aslını sorarsanız hiçbir açıklama yapmaksızın, alıp başını gitmeyi çok istermiş. Ama işte kurallar, kurallar… Müdürler ve masa başında oynananlar. Bir de yaltakçılar.
Ama terleyen adam için bu iş böyle bitmezmiş. Şeyini gösterene o da gösterecekmiş – gününü-. Malum kurallar gereğince karşılık olarak terleyen adam ancak diğerine gününü gösterebilirmiş.
Kötülük üzerine düşünelim. Kötülük. Düşünelim ama asla kimseye yapmayalım, öyle değil mi? Değil çünkü yapacak. Bir adam ya da kadın onu terletti. Kolundan tutup bir müsabakaya çekti zorla. Şöyle bir gerinip hazırlanacak önce. Bir, iki, üç… Yetmeyecek. Kaç tokat atsa kurur teri? Üstün gelinceye kadar rahat etmeyecek içi. Ona bir gol atıldı diye şimdi golü atanın kalesini yakıp yıkmalı. Onunla beraber diğerlerini, tüm bunlara tanık olanları da tarihe gömmeli. Tebrikler terleyen adam, kazandın! Artık iki kötü adamımız var.
O günden sonra yaşananlar iç bunaltıcı, saç baş yolduran, insanı küfür üstüne küfür ettiren cinstenmiş. Bir adamın ya da kadının müdüre şeyininkini göstermesi müdür hariç o çatı altındaki herkesin o şeyi görmesine neden olmuş. Saatler süren çalışmalar, uykusuz geceler, bozulan kan şekeri dengeleri, baş ve karın ağrıları sonucu bu mevzunun da üstesinden gelinmiş. Rahata kavuşacakmış sonunda işçiler, çalışanlar, öğrenciler… Bir dakika bir dakika kimler? Canlarım, zalim zaten belli. E bu diğer saydıklarımın da hepsi bir değil mi?