Yolculuğun daha başından nereden geldiğimi unutan ben bir trende, boş vagonun pis halısı üzerinde azımsanmayacak kadar ciddi baş ağrısıyla uyandım uykumdan. Saat çok erkendi. Hani kafanı kaldırırsın ve aydınlıktır, ama gökyüzünün kendine yetecek kadar güneş ışığı vardır ya. O saatler işte. Nerede olduğumu bilmeyen, zaten de umursamayan ben tek başımayım.

Birkaç dakika sonra bu yalnızlık beni benim gerçek vaziyetimmiş gibi ele geçirdi ve yalıtılmışlığımın keskinliği beni bana kabul ettirdi. Yalıtılmışlığım. Örtülmeye çalışılmış ama hakiki. Neyse ki bu hakikat beni çok fazla hırpalayamadan ulaşılması gereken yere (eğer böyle bir yer varsa) ulaştım.

Her ne kadar bu zamana kadar etrafımda kalabalık oluşturamamış olsam da kalabalıklara sığabiliyordum. Yine sığdım ve yürümeye başladım.

*WAVE’ DESİNİZ*

Güzel. Peki neden kendimi bu kadar evimde hissediyorum?

Hemen aklıma bir kitapta geçen ‘Genel Zaman Kuramı’ geldi. Genel Zaman Kuramı eve dönmenin mümkün olduğunu söylüyordu.  Yeter ki evin şu ana kadar hiç bulunmadığınız bir yerde  olduğunu anlayın.

Takım elbise ile spor ayakkabı giyenler, tamamen aynı renkten giyinenler, giyinmemiş denebilecek kadar dekolteli giyinenler… Bu kalabalığı oluşturan bin bir türlü insan. Yüzlerine bakmadım, yüzlerini önemsemedim. Yürümeye devam ettim, ayağıma toplu iğne batana kadar. Buradan bir terzi geçti diye düşündüm ama bu canımın çok yandığı gerçeğini hiç zedelemedi. “Terziyse terzi.  İğnesine neden sahip çıkmıyor allahaşkına.” Sinirli değil tepkiliydi bu ses tonum. Acıyla tüylerimin diken diken olmasına izin verdim.

‘çiftleşmenin ticarete döküldüğü’ bir dizi sokaktan geçtim. Bir adam bir kadını bıçaklıyordu. Gözümün önünde öldürdü hatta. Geçtim gittim yanlarından üzerime kan sıçramasın diye adımlarımı hızlandırarak.  Neden böyle çirkin davr… Hayır çirkin değil fonksiyonsuz bir yaratık gibi. Tam olarak bu. Neden böyle fonksiyonsuz bir yaratık gibi davrandığımı bilmiyordum. On dakika önceki bu kanlı sahne benim için nasıl bu kadar alışılmıştı.

Ama katili çok kızgındı. Kadın kesin kötü bir şey yapmıştır.

Sokağın ucundan elinde bilgisayar çantası olan (sanırım aynısından bende de var) takım elbiseli bir adam bana bakarak hızlı adımlarla gözden kayboldu. Uzaktan cıkaramadım adamı ama tanısaydı gelirdi herhalde yanıma değil mi? Önemsemedim.

İçgüdüsel olarak bi eve yöneldim ve girdim. Diğer kapılar gibi bu kapıda da kilit yoktu.

Burada hayatlar neden  bu kadar şeffaf diye düşünürken yine içgüdüsel, pencereye yöneldim. Evi önceden tanıyor gibi hissetmemi de garip karşılamadım. Eski eşimle kaldığımız eve çok benziyordu. Tam karşıdaki yanan bina düşüncelerimden sıyrılmam için yeterli olmamıştı anlaşılan. Mutfağa gidip dolaptan kendime kek ve süt çıkartıp yemeye başladım.

Trenden indiğimden beri sormuş olmam gereken ama sormadığım soruyu sordum kendime.

“Ben neredeyim?”

Her şey o kadar saçma ki…

…?!

HSKTR! YANGIN?

Pencereye koştuğumda zaten ortada kurtarılacak bir şey kalmamıştı, bugün görüp de sonradan farkettiğim ikinci olay.

Hadi ben şerefsizim, bu çevrede benden başka (benden ve yananlardan başka) kimse yok mu?

Sıkıntıyla saçlarımın yönünü değiştirdim ve bu hareketim acıyla bağırmama neden oldu. Ellerim su toplamış. Ne alaka lan?! Neredeyim ben?! KENDİMİ KESİCEM NEREDEYİM BEN?

Gözlerimin düşmesini, kulaklarımın akmasını istemiyorum nidaları beynimde yankılanırken aceleyle sokağa çıktım.

Öylece yürüdüm.

Yoruldum.

Oturdum.

Beni de sayarsak bomboş bir sokak.

Lan! Evet! Evet tanıdık bi’ yüz!

Hey!

Hey buraya geri dön!

Dur! Beklesene!

Durdu.                                                                  

Bana bak!

Adam baktı.                                                                

-koştum-

HSKTR…

+Ben neredeyim?

-Zamanda bir yerde.

+Neden?!

-Yabancı gibi davranma.

+Yabancıyım. Evime dönmek istiyorum.

-Gerçek evindesin. Olman gereken yerde.

+Gelecekte falan mıyım?

-Gelecek yaşanmıştır. Tıpkı geçmişin geride kalmadığı gibi. Meydana gelmiş ve gelecek olan her şey sadece var demektir. Evse soyuttur.  Ya da daha önce hiç gitmediğin bir yerde.

+Evime dönmek istiyorum.

(dedim tekrar, önceki söyleyişimle aynı, basit tonda.)                                                                                   –

Gerçek evindesin. Olman gereken yerde.  Gördün mü; gelecek yaşanmıştır.

+Bir diyaloğu tekrarlamak bu demek değil. Zaman halkasal değil. Ben neredeyim?

-Evinde. Özüne döndün.

O adamı oracıkta parçaladım. Çürüklerle ‘eve’ döndüm. Somut olan eve.

Ölene dek evde kalmanın mümkün olduğunu söylüyordu adam. Yeter ki kendime saldırmayı bırakayım.

Bırak BENİ!

Ben benliğimde ve benliğimleyim.

Yakamdaki yırtığı tutturmak için taktığım toplu iğneyi çıkartıp sinirle pencereden dışarı fırlattım.

Wave.

Benim adım Wave.