Daha önce bulunduğum bir ev olduğuna emin olduğum bir evin salonunda başladı her şey. Bir müddet benim evim olacaktı, burayı benimsemek ve misafirlerimi ağırlamak zorundaydım. Bir odada babamın boşandığı eşini, bir odada kalbi kırıldıktan hemen sonra beni görmeye gelen arkadaşımı, büyük sayılabilecek salonumda da diğer odalardakilerin uzantıları konuğumdu.
İlk on saniye
Bayramdan bozma bir kalabalık ve sevmediğim ev ziyaretlerinin telaşını görüyordum ve etrafımı farkına vardım, şaşkınlığım o kadar şiddetliydi ki, akan kanı damarlarımda hissettim. Bu denli yoğun olan şaşkınlık, beni kendime getirdi.
Sonraki on dakika
Şaşkınlığı kenara bırakıp bulunduğum evi dakikalar içinde benimsedim, misafirlerime hizmet etmem gerekiyordu. Fakat ayağa kalktığımda her şey netleşmeye başlıyordu, sanki gözüme daha iyi görmemi sağlayan bir gözlük takıyordum ya da yerimden yükseldikçe salonuma hayli yukarıdan bakabiliyordum. Yükseldiğim her saniye bir önceki konumuma dönmeyi istiyordum. Ayaklarımın üzerinde durduğum an, gözlerim yanmaya başladı. Bu bayram değildi, kendini kaybeden herkesi bu eve kapatmıştım, kendini kaybeden herkes beni eve kapatmıştı. Ayağa kalkmayı başardığımda bu defa daha kötüsü başladı, kulaklarım duyuyordu. Onca sesin arasından bir tanesi bıçak gibi kulağımdaydı. Bulunduğum odadan biraz uzakta ama evin sonundan da gelmiyordu. Tanıdığım bu sesi takip ettim, mutfaktan sonraki odaydı.
Odaya girdiğimde samandan yapılmış bir yatağı gördüm, yataktan ziyade samanları sıkıştırıp en yakın şekil ve işlev olan yatağa benziyordu zaten üzerinde yatan annem de bu işlevi kanıtlıyordu. Ona bir soru sormak dahi aklıma gelmedi çünkü ellerinde avuçla dökülen saçları, ağzında feryat figan bir çığlık vardı, donup kalmıştım
Yarım saat geçti
Bu gürültünün içinde kapının çaldığını fark etmiştim. Gelen çocukluk arkadaşımdı, evin ruhuna uyum sağlarcasına ağlayarak içeri girdi ve mutfakta tabureye oturdu. Önünde diz çöküp ne olduğunu soruyordum. Anlatıyordu fakat anlamama imkan yoktu tek duyduğum ‘’salya sümük’’ sesiydi, anlattıkları kaybolup gidiyordu. Bir yandan annemin çığlıkları ve saçları aklımdaydı.
Bildiğim her şeyi unutmuştum, gözlerim sadece görüyor fakat hiçbir şeyin anlamını bulamıyordum. Gördüğüm her şey gitgide bilmediğim bir alfabeye bakıyormuşum hissine kapılmama neden oluyordu. Herkesin bana ihtiyacı olduğu vesvesesi sanki sırtıma bir bıçak gibi dayanmıştı. Arkadaşım birden ayaklandı, yüzünde ilk geldiği ana nazaran oldukça iyi bir ifade vardı. Bir şey söylemeden evi terk etti.
Kendimi ihanete uğramış hissediyordum, henüz onun terk ettiği tabureye oturdum. Artık gürültü de daha az duyulur hale gelmişti, fakat azalan gürültü ile doğru orantılı şekilde gözlerim yanmaya ve gördüklerim de netliğini kaybetmeye başlamıştı. Bu ağlamadan evvelki adımdı.
Bir saatten daha az
Beni böylece bırakıp gidemezdi. Arkadaşımın peşinden gitmeye karar verdim. Apartmandan dışarı adım attığımda havanın aslında kararmış olduğunu fark ettim, halbuki o ana kadar ikindi vakitlerinde olduğumuzu sanıyordum. Bir yere gitmemişti, elinde bir karga kanadını tutmuş öylece sokağa bakıyordu. Elindekini görünce yerdeki ölü kargayı fark ettim, tek kanadı koparılmış yatıyordu. Bu ana kadar neler yaşanmış olabilirdi, bu sorunun tüm merakıyla bunu ona sordum. Aldığım cevapla evde başlayan ağlama hazırlığı vuku buldu. ’Senin yüzünden’’ demişti.
And I’m a part of everything,
I’m a part of everything