Duvarlar harap olmuştu. Son kiracı hor kullanmıştı bu evi. Epey sonradan fark etmiştim evet, en azından fark ettikten sonra inanılmaz zorluklardan geçip bizzat kovmuştum onu. Bunun benim gibi biri için ne derece büyük bir mesele olduğunu anlayamazsınız. Düştüğüm gafletin beni nasıl aptal hissettirdiğini. İnsan kendi yanılgısıyla yüzleşirken en kuvvetlisinden alabora oluyor. Dehşete kapıldığımı hatırlıyorum, o halini görünce yani evimin. Bana ait olduğunu unutup başkasına sahiplendirdiğim güzelim evin. Benim, diyemiyorum zaten, eğreti duruyor dilimde. Sonuçta içinde yaşamadım, hep başkalarına kapı açmaktan bana sıra gelmedi. Bu başkalarında da nelere şahit olduğumu bilemezsiniz. Haber etme zahmetinde bile bulunmadan çekip gidenler olmuştu aralarından mesela. İlkin hayrete düştüysem de alıştım bu habersiz gidişlere. Bu dünya böyle, insanların niyetleri nasır tutmuş, ruhlarının kabuğu kalınlaşmış artık. Oysa ben çok mu şey istemiştim? Bazılarını hiç yılmadan defalarca çağırdığımı hatırlıyorum. Kimse sebepsiz gitmez bir yerlerden, lanetli mi benim evim, küçük mü geldi yoksa sığamadınız mı ya da dolduramadınız mı içini de gidiyorsunuz, neden kaçıyorsunuz? Alınmıştım hepsine, bir açıklama beklemiştim beni bu kadar kıymetsiz hissettirdikleri için.
Neyse ki bir süre kimsesiz kaldı, hayatımın öncesi yokmuş gibi başladığını hissettiğim o güne dek boştu. Sanırım aklımda onca dert varken bir de evin hasarıyla uğraşacak güç de bende yoktu. Haliyle perdeler bile buz kesti kesecekti bu hayatsız soğukta. Böyle bir ıssızlık yakışmazdı hiçbir eve, ben nasıl yakıştırabilmiştim kendimdekine inanamıyordum. Ve her ev bir yuva olmak istemez miydi birilerine? Ben bu arzunun tavanları ele geçirdiğini nasıl da görememiştim! Böylesine hiddetli bir duyguyu gözden kaçırmak akıl işi değildi. Demek ki sırf başkalarından ibaret değildi mesele, ben de kusurluydum. Belki biricik yuvama hak ettiği değeri verememiştim, bilmiyorum. Hiç biriciğim olmamıştı ki o benim. Bunu anlamış mıydı acaba? Herkesten önce ben mi hayal kırıklığına uğratmıştım onu yoksa? Öyleyse bu kırıklığı nasıl aşardık biz ha? Benim de dersimi almam, adamakıllı silkelenip kendime gelmem gerekirdi artık. Fakat inanın, yalnız ben değil, ne kadar tadilat yapılırsa yapılsın ev de hazır değildi yeni birinin yerleşmesine. Diyorum ya işte, tavanlar dökülüyordu, kirişler çatırdamış, pervazları tahta kuruları kemirmiş, içten çürütmüştü her yeri. Büyük bir hevesle taktırdığım vitray camlar renklerini hepten soldurmuş, tek dokunuşa parçalanmayı bekliyor gibilerdi. Bir kapı çarpıntısına bakardı kendi çatımın başıma yıkılması. Ben, ben diyorum bu evin mesuliyetini bizzat üstlenmiş olan şahsım, tenezzül edemezken bu koca yıkıntıyla ilgilenmeye, kim neden gelsindi ki bu çöplüğe?
O kadar sessizdi ki bina tepeden tırnağa, çok saf görünüyordu uzaktan. Terk edilmiş ve bunun ne anlama geldiğini bilmediğinden matemini yaşayamamış bir çocuk gibi alıktı. Uzaktan tabi. Yakınını ben de bilmiyordum, birbirimizi yabancı sayabileceğimiz kadar uzunca bir süredir görüşmüyorduk. Tanımadığımı iddia edebilirdim tapusu bende olmasaydı. Tanımıyordum zaten, yalan olmazdı. Bu durumun getirdiği tekinsiz hislerin içine düşmekten kaçınırdım işte hep. Kendi evimin sokağına uğramaya korkardım. Dönüşü mümkün olmayan ve sebebi bile unutulan, asırlar öncesinde yolumuza kazınmış ve yakamızı bırakmamış bir küslük haliydi aramızdaki. Yüzümü aksi yöne dönüyordum tokatıyla yüzleşmemek için. İnsan kendi evine giden yolun tersi istikametine kaçar mı hiç? Ben kaçıyordum, beni gösteren tabelaların tam zıttına hem de koşaradım. En utanç verici sırrım da buydu işte. Sorumlusu olduğum yıkıntılardan hep kaçışımdı, o yıkıntı kimliğim bile olsa.
Sonra ihtimaller dahilinde bile olmayan bir şey oldu. Sonra ansızın o geldi. Hiç bilmeden nerede olduğunu, nereye gittiğini bilmeden, belki üzerine bir kez olsun bile düşünmeden çıktığı yolda, kapımda beliriverdi. Evsizin tekiydi. Her halinden belliydi hiçbir yere aidiyet beslemediği. Ve üstelik bir yuva arayışında da değil gibiydi. Sahiden de tuhaftı. Benim aklım pek almazdı böylelerini. Yola düşkünlük, yerini bulamamaktan gelmez miydi? Yerini aramıyorsa ne işi vardı kapımın önünde? Üzerime alınmalı mıydım, haddime miydi bilmiyorum. Neyse ki pek dert edinmedim bunu, sanırım onu görünce hiçbir şeyi dert edinemedim. Yanında bana dair şeyler de getirmişti farkında olmaksızın. Önceden bir tanışıklığımın olmadığı duygular belirmişti onun gelişiyle, yine hemen dibimizde. Endişeyle karışık bir heyecandı. Bahçenin her köşesine nüfuz etmiş, toprağıma sinmişti bile.
İnanmazsınız, bu evsiz herifle hiçbir çaba sarf etmeden anlaştık. Daha aynı dilden konuşup konuşmadığımızı bile öğrenmeden, hiç söz söylemeden çünkü. Öylece geldi, sessiz sedasız yerleşti. Bu niyetle gelmediğine adım kadar emindim ama ne onun umurundaydı bu amaçsızlık ne de benim. Ben tüm içtenliğimle bu yıkık dökük koca çirkinliğin ona yuva olabilmesini diliyor, bir yandan da ona yetişemediğim, o kapımı çalmadan ortalığı toparlayamadığım için feci bir öfke ve pişmanlık duyuyordum. Hayatımda pervasızca belirerek bana yüklediği utancımın altında ezilmek üzereydim. Nasıl anlatılır ki? Suyun akıp yatağını kendiliğinden oluşturması gibi bana doğru süzülen ve bu felaket yere tüneyen tertemiz bir kuştu o sanki. Masmavi bir zarafeti vardı. Öyle mütevazı ve nazikti ki! Güvenemedim ben de önce. Nereden geldiğini bile sorgulamadan hayranlıkla içeri aldığım büsbütün yabancı bir hayattı sonuçta o. Ama ne kadar yabancıysa o kadar da bir tanışıklık havası vardı üzerimizde. Daha doğrusu alışıklık belki, isim bilmeden alışmayı bildim onunla ben galiba. Siz söyleyin, böylesi bir huzura ben nasıl güvenecektim ki hiç korkmadan?
Ve işin kötüsü onu severken hiç de zorlanmadım. Kendinden habersiz, beni bulmak için yürümüştü belki de buraya kadar ya da ben buna inanmak istiyordum, emin değilim bundan hala. Öyle kolay ve zahmetsizdi ki taşınma işi. Pek eşyası da yoktu. Hiçbir anlamı, değeri olmayan bu yerleşmenin ardından fevkalade şeyler oldu. Anlatsam kimsenin inanmayacağı, yalnızca onu gördüğünüzde ahengine kapılıp bana hak verebileceğiniz bir şey bu. Benden hiçbir talebi olmadan kendi halinde yaşıyordu şimdi. Hiçbir belaya sebebiyet vermeden. Kırmadan dökmeden nasıl yaşardı bir adam? Hani hiç mi yalanı yanlışı olmazdı bir insanın? Kusursuz değildi elbette fakat ondaki kusurlar varlığına güzellik katıyor, yuvasındaki sevgi güdümünü taçlandırıyordu aslında. Hayret. Yuvası, dedim. Yuvam yuva olmuş mudur ona da, hiç değilse bir gün için bile olsa?
Kimselerden korumak zorunda olmadım onu, inanır mısınız? Onu savunmam gereken bir duruma düşmedim hiç. Vereceğimiz hesap, örteceğimiz foya, dileyeceğimiz özür olmadı kimseye karşı. En değerlisi zaten bu değil miydi? Beni, onu sevdiğim için hiç utandırmadı. Sevgimle mahcup olmadım kendime karşı. O yaşayabileceği en muntazam hayatı seçti. Ben de ondaki bu ışıl ışıl endama hayran kalıp hiç gocunmadan kocaman yerler ayırdım rahat etmesi için. Ürkütücü bir bağlılık ve nefessiz bir korkunun adım sesleri o vakitler gelmeye başlamıştı. Çünkü beni kara büyüye inandıran dinginliği günbegün iyileştiriyor gibiydi bu berbat yeri. Kendinden renkler ve hatta sesler katıyordu evime. Evet, hala aynı evden bahsediyorum. Her cephesi çürük kokan, geri dönüşü imkansız evden. Onu kendiliğinden bir yuvaya dönüştürüyordu sahiden. Her yerin tazelendiğini görüyordum. Canlanmıştı merdivenlerim, ısınmış ve de ışımıştı odalarım teker teker. Hatta bakın, o evime iyi geldikçe ben evimi daha bir güzel, daha bir içten sahiplenebiliyordum. Hissedebiliyordum bu yepyeni ferahlığı. Onun o telaşsız varlığı her şeyimi çepeçevre sarmış ve kaçınılmaz olarak yuvamı kendisine muhtaç bırakmıştı, sonuçta pırıltılı camlarıma hayret ediyordu artık komşular bile, biliyor musunuz? Hiç böylesine hayatta görünmemişti bahçem. Çatı katım ışık ışık yanıyor, sıcak sıcak içtenlik kokuyordu.
Böylesine gerçeküstü birinin paha biçilemez bir evi olması gerekirdi. Tanrının, ona yeniden inanmam için tüm marifetini tek bir vücutta gösterdiği, dünyanın tüm mucizelerini tek bir yüze işlediği, gökten inmiş bu özgür, kuş ruhlu adamın evsiz olduğuna inanmıyordum. Bakın işte, artık gerçekliğimi yitiriyor, ondan başka hayat görmüyordum. Benden mi saklıyordu acaba evini? Zaten şayet bir evi varsa bulutların ardında ya da okyanuslar dibinde ya da yan sokakta, benim basit aklımın alamayacağı kadar yüce ve sihirli bir ev olmalıydı bu. Belki gerçekten de bilmemeliydim, hakikaten diyorum yahu, evine ulaşmak ve içeri girmek gibi amansız zamansız arzuları def etmeliydim aklımdan. Bu imkansız gerçekliği yakından izlemeye karar verdim sonra, sanırım gözümde meşrulaştırmak için. Bir açık mı arıyordum onu seyredişlerimde yoksa olası bir açığını kapatmak için dikkat mi kesiliyordum acaba? Atlas gibi bir şeydi onda görünen. Bazen ufkunu göremeyeceğimden korkup bakmaya çekiniyordum. Aheste aheste hareket ediyordu, zamanın telaşesi susuyordu böylece o caddede yürürken. Ara sıra gülüyordu, insan olmadığına emin oluyordum.
Sonra tahmin edersiniz ki çok yoruldum. Ben insanım sonuçta, ruhum yorulur, kalbimi acıtır haddini aşan hayranlık. Çok aştı, umarım hiçbir zaman anlamazsınız beni, içtenlikle bunu diliyorum. Bakın ben küllerime kadar yanmıştım, külümü de yakacak gibiydi. Ürküyordum artık. Bunca yıllık ömrümde aşinası olmadığım bir cevher kucağıma konmuş da ben ne halt edeceğimi bilmiyormuşum gibiydi. Kendi arzularımın hakkı benden alınmıştı, yürümek istediğim yönü bile seçmekten aciz kalmıştım, hatta yürümek istemekten de. Felakete sürükleniyorduk. Aptala döndüğümü görüyor, yine de olduğu yerde kalmaya da devam ediyordu. Gitmiyordu, kalmak için uğraşmıyordu, şikayet etmiyordu ama iltifat ettiği de pek olmuyordu. Yalnız bir ara birkaç gün ortadan yok oldu, sonra hiçbir şey olmamış gibi gerisingeri döndü odasına. Konuşmadık yine. Sessizliğini bozamadım. Bir oyun vardı aramızda. Sorulması gereken hiçbir şeyi soramadım. Aynı anda hem korkudan hem tutkudan her gece tetikte bekler olmuştum. Belki sabahına gitmiş olur, ya giderse ben ne olurum, belki evimi yıktırır hiç bana duyurmadan, diye diye deliliğin eşiğine ulaşmıştım. Sırları vardı onun, sırları. Cazibesinde bir yaralanma tehlikesi vardı. Ona yakın olmamak lazımdı. Ben düştüğüm dehşetten çıkamayacaktım, barizdi. Onu anlamlandırmaya harcadığım soluklar ciğerime geri doluşup, kanıma karışıp zehirliyordu beni. Onu anlamlandırmaya uğraşmak beni sersemletiyordu.
E sonra ne mi oldu? Ben evsiz kaldım. Öylesine geceliğine kaldığım şehir pansiyonlarını tüketmiştim ben, kendi evimi istiyordum ama işte o varken bana yer yoktu. Gitsene artık sen, diyemiyordum ve birlikte yaşayamazdık, bunu da biliyordum, yani ben sokakta kalmıştım. Pencereden içeri sızan sarı küllerime bakıyordum geceleri, evim olağanüstü yırtıcı bir kapana dönüşmüştü. O küllerim var ya işte, azar azar oraya akıyor ve asla geri dönmüyordu. Ufak ufak ölüyordum ben o günlerde. Pul pul dökülür gibi tenim parmak uçlarımdan, kıvrana kıvrana. Sıcağım oraya çekiliyordu, saçlarım, kirpiklerim, tırnaklarım. Evrenin en parlak güneşi ölse bundan görkemli bir karadeliğe dönüşemezdi. Artık gerçeküstü vakalar tabi bu anlattıklarım. Ama lütfen inanın bana.
Kovacaktım onu evimden. Kafaya koymuştum. Gücümü toplayacak ve kovacaktım. Tuhaf olan, güçsüzlüğümün ona karşı olmamasıydı aslında. Kendime karşıydım ben, ona değil. Kendi irademe karşı bir isteyememek güçsüzlüğü vardı bende. İçimi kesip, oya oya kanatıp döken bir karadelik adamı evimden atmak isteyememek. Bir savaştı bu artık. Kocaman bir dünya savaşı kendi düzlemimde. Arkada klavsen sesinde bir savaş müziğinin çaldığı, yeryüzünde şiirsel nidalar atılan, gökyüzünde renk renk çiçek uçuşturulan garip ama ihtişamlı bir karmaşaydı. Yaşamımın en çarpıcı kaosu olmuştu.
Ne yaptım ettim kazandım. Her şeyi, anlarsınız işte yani onu, kaybettim ve kazandım böylece. Şimdi o savaş anının tasvirini yapamayacağım size elbette, bir şekilde alt ettiğimi düşünelim onu, sizin düşüncenizde üstüm başım darmadağın olmasın mümkünse. Mümkünse en azından aklınızda teşkil ettiğim yerde tertemiz kalsın her yerim bu hikayede. Ne diyordum, kazandım işte. Sonra girdim içeri bahçedeki heves ölülerini aşıp, belki ben yerleşirim diye düşündüm çünkü o an. Ama yok. Duvarlar harap olmuştu. Son kiracı hor kullanmıştı bu evi. Epey sonradan fark etmiştim evet, en azından fark ettikten sonra inanılmaz zorluklardan geçip bizzat kovmuştum onu. Bunun benim gibi biri için ne derece büyük bir mesele olduğunu anlayamazsınız.