Yazar, yitmeye mahkum şeyleri elinde tutmak veya yaşadığı hayattan başka bir yaşantı oluşturmak için olağanüstü bir çaba gösteren acınası kişidir. Bu acınasılık, kelime oyunları, şatafatlı sözler ve ciltlerin arasındaki sayfalarla sarmalandığında bir çeşit büyüklük olarak gösterir kendini. Yazar artık insan değil, insana tanıklık edendir – gerçek veya kurmaca.

Ağacın etrafını saran sarmaşıkların rüzgarda nasıl salındığını tek bilen odur çünkü ona, kelimelerine dökebilecek şiddette sadece o tanıklık etmiştir. Sevgililerin öpüşmelerine, evli çiftlerin kavgalarına, alınan bir çiçeğin çöpe atılmasına, iflas anında çöken adamlara, kenara konmuş bardaklara ve bizzat deneyimlemediği yüzlerce ana eşlik ederek örer kurmacasının ilmeklerini. Bir psikoterapistin etkili terapi seansları verebilmesi için öncelikle kendi tetikleyicileri ile yüz yüze gelmesi gerekirken bir yazar bunun tam tersini yapabilme ayrıcalığına sahiptir. Kendinde, belki kendisinin dahi keşfetmediğini, bilinçdışının katmanlarına gizlenmiş seslerle sunar ve bunu yaparken iyileşmeyi veya iyileştirmeyi amaçlamak zorunda da değildir. Bazen sağaltım, yan ürün olarak ortaya çıkar. Başkalarına, hayatın asla yaşayamayacakları dilimlerini odalarının konforundan güvenle deneyimleme imkanı sunar. Bu yönüyle yazar bir şifacı olmasa da şüphesiz bir ana kucağı ve hatta bazen de iyilik perisidir.

Yazarın kendi dünyasını bir başkasına dayatmaktaki ısrarı onu özünde agresif kılar. Dünyayı eğip bükebileceğine derinden inanan bu yaratık, kendi fikirlerini ve kendi versiyonlarını gözlerimizle görebildiğimiz dünyadan daha kıymetliymiş gibi tasarlar ve sunar. Bir müzisyenin veya ressamın sanatını icra etmesine kıyasla, yazar yavaş yavaş sızar okurunun dünyasına. Onu içe almak tek seferde olan bir şey değildir ve tam da bu yüzden gerçeklikle yazarın dünyası arasındaki ayrımı fark edebilmek, gerekirse ona karşı gardını almak okur için çok daha zordur. Bir tablodaki gerçeküstücülüğü veya fovizmi yakalamak bir anlık iştir oysa ki.

Bir yandan da yazar tüm sanatçılar arasında en merhametli olandır. Çünkü bir ressam veya aşağılık bir yönetmen gibi görmeniz gereken her şeyi önünüze sermez, sizi bir tuvalin veya bir beyazperdenin sınırlarına hapsetmez. Lacan der ki sözcükler birer gösterendir ve gösterenler genelde diğer gösterenlere işaret eder (akt. Christopher Bollas). Bir kelime, sadece bir kelime değildir. Bir kelimeden iki kişinin aynı anlamı çıkardığı tek bir kelime bile yoktur. Bu açıdan yazar, okurunu bir imge görmeye zorladığı her anda son derece çaresiz ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde başarısızdır. İçeriği tüketen kişinin o ortama bağlı kalmak zorunda olmadığı tek sanat biçimidir yazı. Filmler, beyazperdede yönetmenin onu çektiği hızda izlenir ve ışığın nasıl değiştirilebileceği televizyon ekranının parlaklığıyla sınırlıdır. Müzik bir ileri veya bir geri alınabilir ama teknolojik girişimler olmadan kimse sağlayamaz basın daha kuvvetli çalmasını. Bir resime bakıldığında oradaki kırmızılar dönüşmez sarılara, tabii eğer bakan kişi renk körü değilse. Yazıda ise her okur renk körüdür ve sonsuz bir özgürlük içerisinde yaratıcılığın ayakkabılarını geçirir üstüne. İstediği hızda, istediği gürültüde okunur kelimeler ve onu yaşayan karakterler, o nasıl isterse öyle görünebilir.

Her kelamın kalemlerle kağıda aktarıldığı acınası yazma işinde yazar, yolun her adımında bir çevirmene ihtiyaç duyar. Yazı yalnızca sonsuz çevirmenlerin ışığında okunabilir ve hiçbir çeviri birbirinin aynısı sonuçları vermeyecektir. Kendi çaresizliğinin dipsiz kuyularında büyüyen çocuğu, herkesin dahiyane bulmasını istediği yetişkinle birleştirmekle yükümlü ve bu alaşımı da hem çocuk-yazar, hem de yetişkin-yazarı tanımadan ancak sezerek içine alacak okurla buluşturmak zorundadır. Yani yazar aynı zamanda hem hayal gücü geniş bir çocuk, hem aptal bir yetişkin, hem kendini kendine ve dünyaya açan acımasız bir çevirmen, hem de harflerle ilk kez tanışan bir okurdur. Tüm bunları yaparken şüphesiz beceriksizdir; ilk adımlarını atmayı öğrenen bir bebek veya bilmediği bir dilde ilk kez dişleri arasından harfler tüküren bir hayvan gibi.

Acınası, acımasız ve agresif yazar dünyayı nasıl gördüğünü bir başkasına göstermek için tüm ömrünü harcayabilir ancak elinde kalan tek şey kelimeleri olacaktır. Yazarın yaşantısını değerli kılmak için kelimelerin geri kalan her şeye bedel olduğuna inanmaktan başka çaresi yoktur.