Henüz kara görmemiş bir denizcisin. Güverteden düşüyorsun düşlerinde, gülümsüyorsun. Bir gece vakti kaçarcasına ardında bıraktığın bu şehre bir daha dönemeyeceğini düşünüyorsun. Dudaklarında tuzun ve şarabın tadı, boğazında bir kuru öksürük; gözlerinin önünden perdeleri kaldırıp hatırında kalan son anıdan yakalamaya çalışıyorsun zamanı. Doğmak ve doğurmak kudretine hayranlık duyduğun sevgilinin yüzündeki üç küçük kırmızı dünyayı düşlüyorsun. Tıpkı dünyada da olduğu gibi gök açık, denizler çalkantılı yüreğinde. Bu böyledir, her su masalında geç gelir bahar.

Yokluğunun uzun gecelerinde uzak uykulardaki vapurları duyumsuyorum. Canımı savurup avuçlarımdan atamadıkça, uçma hülyasına aldanıp her daim diri kalacak kanatlarım. Kursağında gökten başka hiçbir şey olmayan kuşları soracak olursan eğer; onlar için her zaman bir bardak suyum vardır. Dala tünemiş üç alakarganın bana yabancılığımı hiç unutturmayan bakışlarına susuyorum. Evi saran sarmaşık da her şeyi anlıyor ve susuyor. Buralardan başka hiçbir yere gitmediğim için dünyanın daha kaç köşesinde böyle bir sessizliğin yaşandığını bilmiyorum.

Cennetten sürülmüş ve toprağa yenilmişliğimin onulmaz yaralarını ellerimde taşıyorum. Yaz bitiminde, son güneş ışığının alnından vurduğu bir ağaç uzanıp ölüyor sessizce. O ölüyor ve dünya buna izin veriyor. Bir ölüyle hangi dilde konuşulacağını bilemediğimden ellerimden vazgeçiyorum. Yelkenli gemiler misali esecek rüzgâra tabi olan gelişigüzel seyahatlerin gelmiş ve gelecek olan tüm günlerime ıstırap kuyuları açıyor. Hakikati görecek akla sahip değilim, kurtulmak gelmiyor elimden. Benden aklımı yitireceğim kadar uzaklaştığında bile yine sana sığınmaktan başka çare bulamıyorum. Zavallı aklım susuzluğunu dile getiremiyor. Ben senin göçlerine dayanamıyorum.