Yüzyıllar boyu sanat hakkında birçok önemli insan birçok önemli cümle kurdu. Fakat ben basit bir insan olarak basit cümleler kurmak istiyorum. 20.yüzyılda belki de en şaşaalı günleri geçirdi Rönesans’dan sonra. Rönesanstan sonra? Hani genelde deriz ya sanatın en önemli dönemi, ondan sonra dünya tarihi değişti diye. Fakat Rönesans’daki sanat tarihinin en önemli sanatçıları dediğimiz insanlar sanatsal kişilik olarak sadece dekorlar ve kilise süslemelerinde yer alıyorlar. Temel amaçları estetik ve Papa’nın istediği şekilde dini figürleri güçlü şekilde göstermek. Başka bir deyişle Netflix Orijinal’lerindeki belli ideolojileri sembolize eden senaristler gibiler. Bu filmlerin yönetmenlerine sanatçı demiyorsak o zaman Michelangelo’ya da sanatçı demeyelim. İki tarafın da amacı ortak, belli istekler var açıkça bu istekler doğrultusunda işlerini yapıyorlar. Yani buradan şu çıkıyor ya Michelangelo sanatçı değil ya da sanat tanımımız döneme göre değişiyor. Fakat genelde tanımlarımızda parantez içinde 1917’den sonra geçerlidir gibi bir şey yazmıyor. Yani sanat ve sanatçı tanımımızda bir problem olduğu aşikar. Bu problemi tabii ki ilk ben farketmedim. Birçok filozof/sanatçı bunun hakkında kitaplar, makaleler yazdı. Sanat tanımı için sarfedilen bu kadar çabayı takdir etsem de basit bir insan olarak evrendeki en insansal fenomeni bu kadar insandan uzaklaştırmak bana anlamsız geliyor. Ayrıca bilimsel bir problem olsa da yaşamı tanımlamaya çalışanlara karşı Jack Shostak’ın kısa bir perspektif makalesi var. Bu makalede yaşamı tanımlamanın yaşamın kökeni sorunsalına cevap bulmaya yaklaştırmayacağından ve onu gördüğümüzde anlayabileceğimizden bahseder. Ben de sanatla yaşamı bu denli içe içe sokmak, ve sanatı gördüğümüzde onu algılayabileceğimizi söylemek istiyorum. Çünkü belki de yapay zekanın kısa bir süre içinde elimizden alamayacağı en önemli şeylerden biri sanat. Neden alamasın diye tabii ki sorulabilir. Buna kısa cevabım deneyimleyememekten başka bir şey olamaz. Mario Levi’nin yaratıcı yazarlık eğitimini dinlerken bir balık örneği duydum ondan. Bir balık hakkında her şeyi öğrenebilirsiniz, nerelerde yüzdüğünü, nasıl pişirilmesi gerektiğini, anatomisini, tadının tatlı mı ekşi mi olduğunu fakat sadece bir şey olduğunda bunun hakkında yazabilirsiniz, bu da balığı deneyimlemenizdir demişti. Ne zaman ki bir balıkçıya gidip o balığı deneyimlersiniz işte o zaman bunun hakkında yazabilirsiniz. Bu görüş, etrafımdaki yapay zeka herkesi işsiz ve amaçsız bırakacak laflarına karşı kalkanım oldu. Evet, çok hızlı gelişse de gerçekten bir şey deneyimleyebilecek mi? Muhtemelen yakın bir gelecekte hayır. Yani insan olmamız dolayısıyla bir şeyleri deneyimleyebilmemiz ve ardından bunları birçok farklı şekilde aktarabilmemiz üretmenin önünde duran birçok engeli kaldırmış da oluyor. On binlerce yıl önce mağaralara çizilmiş figürler de sanat. Bugün belki evimizde yaptığımız bir kaşık da. Jeff Koons’un Balondan Köpek’i de sanat Andy Warhol’un Marlyn Monroe’su da. Happening’ler de sanat Shakspeare oyunları da. Çağdaş sanatın bence getirdiği en güzel şeylerden biri de bu, evet sanatı tanımlamayı zorlaştıran bir noktaya götürüyor ve bu konuda da çok eleştiriliyor. Ama buna farklı bi yönden bakmak gerek diye düşünüyorum. Mesela bu duruma örnek olarak sosyal medyada bir videoyla karşılaştım. Çağdaş sanat sergisinde ziyaretçilerden biri ayakkabısını çıkartıp ortaya koyuyor ve diğer ziyaretçiler onu bir sanat eseri sanıp fotoğraflarını çekiyorlar ve işte bu çağdaş sanatı yıktı gibi şeyler söyleniyor. Fakat unuttukları şey şu, Marsel Duschamp’ın Pisuvar’ı da tam bu amaçtaydı aslında. O da sanatın ne olduğu sorusunu aklımıza getiriyordu. Burda da o gençler aslında tam olarak aklımıza bu soruyu getiriyor yani demem o ki aslında o ayakkabıyı oraya koyması da bir sanat değeri taşıyabilir. Hatta muhtemelen o videonun çıkışıyla birlikte galerideki tüm eserlerden daha fazla insanı etkiledi, aklında soru işaretleri oluşturdu. Neden o bir sanat olmasın ki? Sanatı neden bu kadar uzak ve yüce bir şey olarak görüyoruz? Bu kadar insansı bir şeyi binlerce yıl boyunca bireyden bu kadar ayırmadık da şimdi niye ayırmaya çalışıyoruz? Sanat neden sadece büyük uygarlıkların silahlarından daha büyük bir silah olarak kullanılıyor? Basit insana neden sanat yapma hakkı tanınmıyor? Gibi sorular geliyor akla. Sanatın en basit düzeyde bile insandan ayrılması insanlarla geri kalan hayvanların arasındaki farkları ciddi şekilde azaltır. Ki bunu bilinçi olarak bir eğitimci yapıyorsa burda art niyet aramak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü görüyorum ki koskoca bir sistem üretmenin, yaratmanın önüne geçme çabasında. Sadece klasik sanatı öğretip yüzyıllar öncenin doktrinlerini şimdi keyifle dinlemeliymişiz gibi davranıyorlar. Bu da sanatın bayağı ve gençlikten uzak gibi görünmesine sebep oluyor. Fakat ufak bir gözlem yaptığımızda yaşımız küçüldükçe hayal gücümüzü, duygularımızı, düşüncelerimizi korkusuzca ve kalıplar olmadan anlatma çabasının arttığını görüyoruz. Bu da demek oluyor ki sanat üretiminden yani insanı diğer canlılardan ayırt edebildiğimiz en önemli şeyden mahrum bırakılıyoruz. Bu şeyden mahrum kalmamak için ne yapılacağı da bireyin problemi haline gelmiş gibi duruyor. Belirli farkındalığa ulaşmış insanlar üretiyor ve gözle görülür şekilde hayatlarında değişikler oluyor hatta bu yöntem terapilerde bile kullanılıyor. Bu da insan psikolojisine yaptığı olumlu etkinin somut bir örneği niteliğinde. Üretmenin verdiği haz, yaptığınız şey iyi olsun veya olmasın paha biçilemezdir. İyi olsun veya olmasın konusuna değinmek istiyorum son olarak. Bence iyi, başarılı sanat yapma isteği insanların üretmesinin önündeki en büyük engel olabilir. Bu düşünce insanı en iyi olanı yapana kadar üretmemeliyim fikrine sürüklüyor. Bu fikir ise sadece sanatı kutsallaştırmanın getirdiği handikaplardan biri. Çizen her insanın Basquiat, Rembrant veya Picasso gibi çizmesine gerek yok, neden olsun ki zaten. Bu sadece süperegonun kişiliğimiz üzerinde yaptığı saçma sapan bir baskıdan ibaret. Bu demek olmuyorki hepimiz belli kurallara uygun çizimler, yazılar ortaya çıkartalım. Herkes istediğini yapmalı bunu yaparak gelişilir zaten. Kurallarla gelişemezsiniz çünkü ihtimaller sınırlıdır. Aygıtların içindeki en iyi sanatı yapan insanlar değil, aletleri aygıta dönüştüren ilk insanlar aslında en büyük eserleri gerçekleştirmişlerdir. Bazen çizim, yazım kurallarının ötesinde kullandığınız aygıtların da sınırlarını aşmak gerekebilir. Bazen bedenimizle, bazen de Warhol gibi medyaya gösterdiğimiz personamızla bir esere dönüşebiliriz. Bu durum aynı zamanda bir şeye sadece sanat olduğu için duyulunması düşünülen saygının artık gerekmediğini işaret eder. Sanat bu konuda yine insana benzer. Bir insana sadece yaşadığı için saygı duymak bazen onun yaptığı şeylerin hafif bir battaniyeyle örtülmesine benzer. Önümüzdeki eseri kendi fikir ve tanımlarımızla yorumlamak her bir bakışın benzersizliğini içerir. Bu da daha sınır tanımayan daha insancıl ve bireysel bir sanata götürür bizi. Yani aslında her şey ve herkes sanat olabilir, her eserin dünya tarihini değiştirmesine gerek yok demek istiyorum gerisi sadece ikna çabası.
Çağan Sapancılar