Akılla bir tartışmam oldu. Sessizce otur dedi. Ne arıyorsun? Ne durduracak bu doyumsuz ruhunu dedi. Zihnimizi akıllandıracak ya da aklayacak filmler ve kitaplar arıyorduk, dedim. Bir çocuğun ormanında mı yürüyorduk? Yürüyebilir miydik? Anlatsana, dedim. Ayaklar, dedi ayaklar hareketini sağlar diye biliyorsun ama tüm uzuvlarını ateşleyen fitil aslında ruhun dedi. Ruhunda orman varsa neden şimşeklerden korkup yağmuru öteliyorsun, dedi. Neden ateşe veriyorsun?
Hayatımın kartopu olduğunu ve yaptığım her şeyin beni yuvarladığını, söyledi. Yuvarlandıkça büyüyordum. Ama unutmuştu, kartopu büyüdükten sonra çarparsa yıkardı. Yıkımlara şahit olmak istemezken, neden olmak hiç istemiyordum. Hem yıkınca ben de paramparça olacaktım. Akıl beni neden kartopu yaptı ki? Büyümek şart mıydı? Ya da daha güçlü olmak? Dik durmak eğrilmekten daha kudretliyse ormandaki yaşlı ağaç neden dallarını yere değdiriyordu? Belki de yükü ağır geliyordu. O şekilde ağır gelen yükü hafifliyordu. Belki de sessiz kalıyordu, her şeyi bilip rolüne bürünüyordu. Bütün bunları akıl bilmiyor muydu? Ben de bilmiyorum bazen sadece hayal ederek ve bağlantılar kurarak inancımı, doğrularımı bileyliyorum. Bence bilmemek ve aynı konuyu yüzlerce sesten dinlemek, ruhuma bir ağaç daha dikiyordu. Paragraflar arası bağlantıya yine kurşun sıkıyorum, çünkü aynı anda çok fazla şey düşünüyorum. Bir şey daha soracağım;
Aklıyla tartışanlar, akıl mı size ait, yoksa siz mi aklınıza aitsiniz? Bırakın ya da bu soruyu çok fazla soru sordum bugün için. Aslında ait olmamız gereken bir şeyin olmadığını sıfır noktasında kavrıyoruz. Ve ben sıfır noktasında yerime kurulmuşken bu ahmakıslatan yazıyı af dileyerek uzatıyorum.
-“ Yazıyı Evgeny Grinko – Faulkner’s Sleep eşliğinde ”
Ceren Kartal