İnsanlar gün geçtikçe manyaklaşıyor. Mesela İsmail ağabey var bizim burada. Ben küçükken de manyaktı, daha da manyak artık. Aslında hak vermiyor da değilim hani. İnsan olmak tanımı çok değişti. Mevzuyu herkese kavratamasam da her yerde herkese çekinmeden şunları söyleyebilirim ki en büyük yanlışımız sabahları “toplu kapışma araçlarını” kullanıyor olmamız (hayattan bir şeyler bekleyenlerin hayatta kalmakta güçlük çektiği ve bunun ahmakça lüksler olduğunu birbirine söyleyip duran gözlerin çok büyük bir kısminin bir arada bulunduğu, birbirinden güçlendikleri yer). Yaşama sevincimiz buralarda emiliyor işte. Ayrıca her günü sadece dünün ertesi günüymüşçesine basit gören bu insanlar duygusal olarak çökmüş olduklarından en manyaklarımızdır, aramızdalar. Üstelik bunları da normal görmeye başladık. Aslında tecrübelerimizle ayırt ettiğimiz normallik ve anormallikler bizi kendi kendimize ve önyargı birikimlerimize hapsettiğini düşünen tek kişini ben olmadığımı sanıyorum. “Uygunsuz bir hayat içinde en insan olmanın onuru” nu tanımlıyor, normali o yönde kalıplaştırıp kalıba sığmaya çalışıyoruz. “Şiddete dur!” diye slogan atan bizler şiddetin alasına çoktan alışmışız. Cinsel tercihlerinden dolayı, dinlerinden veya ahlak anlayışlarından dolayı insanların sivil haklarının reddedilmesi de şiddetin bir şekli değil mi? Asıl “Şiddete Dur!” yürüyüşü bir transeksüelin metroya yürümesi ve herhangi bir vagona insanların ona baktığını bilmiyormuş gibi davranarak girmesidir. Toplumsal normlara başkaldırının en el değmemiş, en gerçekçi hali.

Belki bi’ yere kadar haklı da olabiliriz manyamakta. Ofisten eve ulaşmaya çalışıyorsun (özellikle büyük şehirlerde ulaşamama ihtimalin var _azımsanmayacak kadar_) patron, konuk derken “Nasılsınız? Biz de çalışıyoruz işte ne olsun. Sizler nasılsınız, eşiniz, çocuklarınız neler yapıyo<r>lar?” -yor lu konuşulan yapmacık gülümsemelerin de normalleştirildiği bu saçma ortamdan çıkıp bir de üstüne nefes alacak oksijeni olmayan toplu kapışma araçlarına binmek bizi bitkin ve bıkmış bir hayat seyircisi haline getiriyor. Yaşlılara yer vermemek için tükenmiş bir mumu oynuyoruz. Narsistik düşüncelerimiz otobüsler dolmuşlar sallandıkça daha güzel yerleşiyor içimize.

Yine de ne olursa olsun para kazanma çabası sonuçta, bunları da yaşamak zorundayız. Ne kadar iç karartıcı olsa da. Ama çoluk çocuk paraya doyar mı, anlar mı bunları? Doymuyor, anlamıyor. “Ya nasıl harcamışız ne yaptık bu kadar parayı oooolum?!” diye ay sonuna kadar henüz ölmemiş iken kafa patlatıyorsun, merak ediyorsun çünkü “NE YAPTIK PARAYI?” Geçen hafta belediyenin çay bahçesine gittik 10 tl lik çay içmişiz, bir dahaki sefere çaydanlıkla isteyeceğiz zaten, 3 limonata içmiş çocuklar da. Kız kolye istedi. Oğlan oyuncak araba delisi zaten. 2 gün öğlen yemeğini dışardan yedim. Hanım mutfağa alınacaklar diye elime listeler tutuşturup duruyor. Ağabeyim geldi kalmaya, dondurma çikolata almak lazım yeğenlere. Evin kirası var… Var Allah var.

Para yetmedikçe kitap paramızdan kıstık, hobilerimizi azalttık. En aza indirgedik bir çok şeyi, entelektüel birikim nedir onu bile unuttuk. Para lazım tabi kim dergi karıştırabiliyor dedik, daha çok çalıştık. Para yine yetmedi ve biz daha manyak olduk.

Aşk şarkıları dinlediğimiz dönemin bittiği ve onun yerine “ulan dünyadan haberimiz yok” deyip haberleri açtığımız kısmına geldik ömrümüzün. Gazete neydi ya bi dakika?

Müzik dinleyememek, yazamamak, okuyamamak sıradanlaştırıldı. Bu normal olabilir mi yahu? Normal valla. Tükenmişlik sendromuna yakalanıyoruz hepimiz de vaktimiz yok ki kendimizi dinleyip fark etmeye. “Canım bi’ baksana, tükenmişsin sanırım onu söyleyecektim.”

Zenginlerinki gibi bir sefalet istediğim için beni suçlayamazsınız. Zaten ben değil çocuklar istiyor ki. Paranın sefaleti. Manasız geliyor değil mi? Bi’ bakıma evet ama aslında hayır. Sokakta evet evde evet otelde hayır. Bayram yaklaşınca evet maaş ertesi gün yatacaksa hayır. Demek istediğim şu ki hem evet hem hayır.

Parası çok olan ne yapar? Mezara mi götürecek, harcar.  Olmayan harcamaz (en azından harcamamalı). Nasıl ki s*çmazsak patlayacağımızı biliyor yine de s*çmanın değerini bilmiyorsak ve taş çatlasa senede 2 kere bunu birkaç saniyeliğine düşünüyorsak parası hep çok olan da aldığı şey ne kadar onu mutlu edecek bir şey de olsa s*çmak gibi geliyordur herhalde. Yani tat almaları için çok acayip ilginç değişik bir şeye ihtiyaç duyuyorlar muhtemelen. Ama bakin bana, 4 senede bir değiştirdiğim telefonun 2. Yılı ve hala onu çok seviyor ve çocuklarımdan biriymişçesine koruyorum. Yani aslında amacımız daha çok para kazanmak, para harcayarak mutlu olduğumuzu bildiğimiz ve kazandıkça değersizleştiğini bu kadar kolay hesaplayabildiğimiz halde hala bankada daha çok sıfır istiyorsak _istiyoruz dediğini duyar gibiyim sayın okur_ evet amacımız kesinlikle mutlu olmak değil, para.

Bu insanlığın suçudur. El birliğiyle birbirimizi manyak ettik.

Ediyoruz.

Edeceğiz.

Bankaya gitmeliyim…