On lira ve arkasında duran kum saatinden anlam çıkarabilirim. Siz de çıkarabilirsiniz. Mesela akan her kum tanesini bazılarınız on liranın kuruşlarıyla eşleştirebilir. Bazılarınız değil, çoğunuz…
Kum saatini on lirayla sarıp kum saatini görmezden gelmedim. On lirayı kum taneleriyle kaplamadım. Eğer onları yapsaydım ben değil, siz olurdum.
Kum saatini kırdım, kum tanelerini bir kaba topladım. Canım istediği zaman ya bir ya da birkaç tanesini boşluğa atıyorum. On lirayı yakıp küllerini köpeğe yedirdim, artık külleri bile yok. Ne zamanın ne paranın bir önemi var.
Böylece hepimizden iyi bir koşucu olan özgürlüğe yaklaştım. Yaklaştım dediğime bakmayın, aramızda hala bir dünya var. Ben Dünya’nın bir kısmını – zaman ve parayı- kendim için yok etmeye çalıştım. Hızım ve arkama aldığım rüzgarın şiddeti arttı. Ama Dünya ve aşk hala var. Özgürlüğün peşinden koşmaya olan köleliğim hala bir tezat. Aşk varsa özgürlük yok. Birinin duygularına ve orgazmına bağlı olan mutluluğunla aşk, özgürlük değildir. Aşk olmadan yaşayamayacağımıza ve yaşayabileceğimiz bir yer –Dünya- hala var olduğuna göre tutsağız.
Aşk, biz tutsakları özgürlüğü yavaşlatabileceğine böylece onu yakalayabileceğimize inandırır. Bir süreliğine suratımızın asık olduğunu unutturur. Ama Dünya ve asık suratımız hala vardır. Öyleyse hala bir tutsağız. Gözlerinden köksüz çiçekler çıkan asık suratlı tutsaklar…
Her yerden çığlıklar yükseliyor: ‘Özgür bir Dünya için!’. Ne yapmalıyız? Bağırmalıyız? Savaşmalıyız? Unutmayın dostlarım, Dünya hala var. Dünya’ya çok fazla yüklendim değil mi? Daha doğru bir ifadeyle Dünya’da insanlarla yaşıyoruz, dostlarım. Bir insan sınırsızdır. İki insanın sınırları çakışır. Dünyada milyarlarca insan var. Tam özgürlük yok. O, evinden hiç ayrılmayan yaşlının ölümü gibi. O, dünya kurulunca öldü. Biz ise onu her aradığımızda telesekreterde çıkan ‘Şu anda meşgulüm. Daha sonra tekrar arayınız.’ Sesine güveniyoruz ve diyoruz ki ‘İşte yaşıyor!’. Oysaki çürümüş bedeni, koltuğun bir deseni.