dişidir gece’ zira kadını değil, dölleyebildiği tür’ü okşar eril şair kalemi. otuzar kuş yollar göğsünden, otuz ayrı kadına. olur da kuşlardan biri yolunu bulursa, ‘senindi’ der kadına, ‘otuz kuş yolladım göğsümden

yalnız

sana’. kanatlarından dökülen dizeler, askıda ekmek tadında. hayatındaki yerim, eskinin varyasyonu yalnızca.

soruyorum sana:

kaç gözden yontulabilir ışık?

bilmiyorsun. ben de bilmiyorum. ben gözlerim yansın istiyorum kendi harında, sen güneş gözlü kurguna devam etmek istiyorsun yeni kitabında. hoşça kandırıyoruz birbirimizi, maneviyat gibi büyük laflar diziliyor masaya, nasırlı ellerinle yerleştiriyorsun onları, bunca çıkarın ortasına. nasırlar gerçek, ellerin yalan. bana düşen

yalandan gerçek ayıklamaca.

ayıkladıkça tavan yere yaklaşıyor, duvarlar daire çiziyor kendi etrafında, yalan-gerçek-hayat-ölüm-geçmiş-gelecek döndöndönüyor, içinden dışına doğru dönüyorum bedenimin,

dışı yokmuşçasına. bağıramaz periler, çığlık gırtlağa otursa da. öfkem sekiyor içsınırlarımda, her çarpış bir delik vücutta, kırıklardan bir kule uzanıyor solukborumca ve liğme liğme olurken uzanıyorum yatağında. yaşadığıma kanıt yok, ani kasılmalar olmasa. özür diliyorum ölürken,

yalanında

bir şiir vardı senden bana, pencereyi açtıran, nefesin dolsun diye bağrıma. bir şiir vardı, kuş aratan evin camında, gece sandırtan kendimi, nilüferli göllere dokunmuş bir tanrıça. bir şiir, senden bana-ona-onlara.

şiir, bir hatırlatma:

ne inanılır şair kelamına,

ne Tanrıça sığar t*nrı kağıdına.