Ben zaten Ahmet abiden öğrenmiştim insanın yaşadığı yerin suyunda yüzen balığına, toprağını iten çiçeğine benzediğini. Ahmet abi de şairden öğrenmiş. Şair nerden öğrenmiş bilmiyorum, şairler yaşayarak öğreniyor galiba böyle şeyleri.
Ben şair de değildim ama ilginç bir şeyi yaşayarak öğrenme şerefine eriştim. Meğer bu çevresinin huyunu kapan, suyunu çeken yalnız insan değilmiş, insanın yaptıkları da gayet benzermiş çevresine. Misal İzmir’in kırk derece sıcağında insanın kanı kaynarmış da elinde katlanmış birkaç fotokopi ile sokak sokak gezerken tek gözü karayı kendi sanırmış. Ya da Akdeniz insanın misafirperverliğini, kolay dostluk kuran gönlünü tende başlar tende biter bir özellik bilirmiş. Oysa sen yürüyorsun, elinde fotokopi yürüyor. Sen gülüyorsun, sayfasında izi kalıyor. İnsandan öte yerde durmaz ki insanın elinden geçen.
Yaşayarak öğrendim dediysem hani öyle biraz uzaktan, etliye sütlüye dokunmayan bir seyirci gibi değil de kalem tutmaktan orta parmağı nasırlaşmış bir öğrenci gibi öğrendim söylediklerimi, bilmenizi isterim. Şimdi dönüp geriye baktığımda görüyorum ki mürekkep İzmir il sınırlarında kururken aynı anda gerçekleşen şeylerin nedenlerini İzmir’de bulmak epey kolaymış. İnsan küçükken en heyecanlı şehrin en deli dolu sokaklarında yaşarmış. O sokaklar aslında öyle bir rehberlik eder, öyle bir çekip çevirirmiş ki seni otobüsünün kalkacağı perona ayakların kendiliğinden gider gibi olurmuş. Ben sokaklarda grafitiler, grafitilerde müzik, müzikte başka bir dünyaya ait bir ruh, o ruhta da sayfalar görmedim. Aslında belki görebilirdim, bilemiyorum, ama yine de böyle gelişmedi olaylar. Ben sokaklarda grafitiler, grafitilerde müzik, müzikte başka bir dünyaya ait bir ruh, o ruhta da sayfalar gören birini gördüm. Sonra ondan dinleme şansına eriştim müziği, ruhu, en önemlisi de sayfaları. O güne değin bildiğim sayfalar arasında ders kitabı sayfaları, roman sayfaları, gazete sayfaları biraz da dergi sayfaları vardı. Bu bildiğim sayfaların hepsinin araç olduğunu öğrendim zamanla, meğer bu sayfalar içine ne koysan alır, bin bir türlü şekle girer de yine de parayla değişilmek istediklerine şirin gözükmeyi başarırmış. Bunlardan apayrı bir yerde, amaç olan sayfaları görmek çok tatmin ediciydi. Fikrinden oluşumuna, oluşumundan yayılışına değin daha adil, daha renkli ve cüretli bir dünyanın ritmiyle atan bu sayfalarla hikayemin başlangıcı İzmir’deydi. Çünkü İzmir renkli, cüretli ve genç kanın sokaklarında dolaştığı bir şehirdi.
Uzaklardan ablama selam olsun, o vakitler sayfalarımız kutu gibi küçücük bir evdi, acemiliklerle balkonu örtük bir ev. Kimi zaman dizgisinde hata olurdu kimi zaman da yerlisinde. Bazen işler o kadar iğne ipliğine bağlı olur, o ipler de o kadar gerilirdi ki üzerimizi örten bu evden geriye yalnız bir iki yıkık duvar mı kalacak acaba diye merak ederdim. Küçük yangınlar, orta şiddette depremler atlatıldı sonra. Bir iki sıva çatlağının ardındaki betonların aslında ne kadar sağlam olduğunun göstergesiydi bunların hepsi. Çok merak ettiğim için yeniden boya yapılmadan önce bir yerdeki sıvayı iyice kazıyıp altındaki betona baktım, nasıl bir yapısı olduğunu anlamaya çalıştım. Su ve çimento olması gereken yerde azim ve heves vardı. Kıpır kıpır bir şehrin ergenlik çağında olmasından ötürü korkusuz ve kesin gençlerinin harcıydı gördüğüm. Yaz şehrinin en ateşli vaktinde yola çıkmış, hava gibi sıcak ve sakar çocuklar.
Sonra birkaç yılbaşı aşıldı. Geçen ağustoslar takvimlerde çarpılandı. Ve insanlar için birden, fotokopi için yavaş yavaş şehirler farklılaştı.
Ankara’nın ne kadar sıkıcı olduğu, ne kadar gri, bunaltıcı ve parıltısız olduğu birçok kişinin saçmalamak istediğinde tercih ettiği bir sohbet çeşididir. En güzel yanının İstanbul yolu olduğu sanılan bu talihsiz kentin insanlara sunduğu pek çok fayda bu sohbetlerin yoğunluğunda genelde bastırılır. Yine de biz bu faydaları açmaya çalışalım. Ankara saat gibi tıkır tıkır bir şehirdir. Soğuğun diri tuttuğu, bürokratik adabın sıraya soktuğu insanlarında gecikmeler, şaşırmalar Akdeniz insanına kıyasla kesinlikle daha azdır. Bir plan üzerine kurulmuş olan şehir bu özelliğiyle adeta planlara teşvik eder sakinlerini. Aklınızda bir fikriniz varsa bu fikirde ortaklaşmış insanlardan bir grup kurdurur size. Grupları topluluk, toplulukları organizasyon, organizasyonları pek çok katlı ve katmanlı kurumlar yapabilir.
İşte bu koşullar altında şehirler farklılaşınca sadece fotokopinin basıldığı yer değişmedi. Bir şey yapmaya çabalayan çocuklar ne yaptığını bilen bir grup haline geldi. Yazıları basıldı diye heyecan duyan gençler artık bu yazıların basılmasının edebiyat dünyasındaki önemini anlatan deneyimli kalemler oldu. Sayfalar bir düzene oturdu, bir kalite standardı buldu ve nihayet amaç için yazılan sayfalar olmalarının hakkını verecek şekilde onlarca insanın emeğinden süzülerek kültür ve anlayışını Türkiye’nin dört bir yanına saçan aydınlık bir yuva oldu. Sayfalar, fanzin oldu.
Tabi ki insanlardan ücret talep etmeden onlara işlenmiş bir edebiyat sunmak, yazarlara “çok-az okunan” veya “ahbap-dost” demeden eşit değer vermek, gençlerin “pasif edebiyat tüketicisi” değil de seslerini ve arzularını koşulsuz şartsız duyurması gereken değerli gruplar olduğunu savunmak, Türkiye’nin haksızlıklar karşısında susmayan, ideallerini gerek manifestolar gerek şiir-kurgu metinler üzerinden kitlelere duyuran zihni ve geleceği parlak bir nesle kavuşması için çabalamak, kısaca fanzin olmak, yeterli değildir. Ayrıca bütün bu anlatılanların doğru ve gerekli olduğuna insanları ikna etmek, Türkiye’nin her bir ilinden gençlerle iletişime geçip onları bu edebiyat mücadelesine kazandırmak, putlara kafa tutup onları “fanzin kültürü” baltasıyla parçalamak, o baltayı bilemek adına her imkânı kullanan, her kapıyı zorlayan ve arkasında daha sağlam, daha keskin bileyiciler bırakmayı arzulayan bir oluşum olmak, kısaca Mevzular Derin Fanzin olmak gerekir.
Sevgili MDF, geçen onca yılda bana bu fikirlere ulaşmamı sağlayacak olgunluğu kazandırdığın için teşekkür ederim. MDF bir değil, onlarca sayıda olursa bizi çok daha iyi bir edebiyat ve geleceğin karşılayacağına artık eminim. Çoğunluğu İzmir ve Ankara’da geçen, İstanbul ve Muğla’nın ara ara göz kırptığı, Mersin, Eskişehir, Çanakkale, Adana ve daha nicesinin kulaklarımı çınlattığı bir hikâye sundun bana. Şükranlarımı kelimelerin karşılaması mümkün olmadığı için sana biraz şehirlerden bahsedeyim istedim. Umarım beğenirsin. Dostlara selam olsun, iyi ki varsın.