Rüzgardan gına geldi artık, ceketin fermuarının kapanmadığını sezmiş gibi esiyor da esiyor yelloz. Kemiklerim dondu. Üşümekten yoruldum. Şu kaldırımın köşesindeki direğe yaslanıp dinleneyim. Sırtımı rüzgara veririm.
Merhaba direk.
Ceketin yenlerini avcumun içine alıp yumruklarımı da koltuk altıma yerleştirdim mi tamamdır. Tersten yarasa gibiyim. Isınırım bile burada. Hem ceketimin kolundaki delik gizleniyor şimdi elimin ayasında. Adı Gargantua. İnsanlar deliklere Gargantua adını vermeyi sever. Ben de bir insanım. Değil mi Buse?
“Evet canım öylesin.”
Buse benim eski manita. İç sesime onun adını verdim. Buse’den önce de bizim rahmetli peder bey vardı, onunla konuşurdum. Buse’den sonra sık konuşmuyoruz artık ama kaldırıp sokağa atmadım. Babadır neticede, duruyor bir köşede. Sen de selam ver babalık.
“Merhaba evladım.”
Ben, Buse ve Babalık anlatıyoruz bu hikayeyi. Başlayalım izninizle, donduk burada.
Sabahın köründe çalan telefonla uyandım bugün. “Kalk gel” dediler, iş var. “Ulan nasıl olur?” falan diyeceğim ama siz benim neye neden şaşırdığımı bile anlamayacaksınız. Ben size biraz daha başından anlatayım mevzuyu.
Bendeniz izmaritçiyim. Bu işe Buse’yle takılabilmek için başladım.
“Ay benimle ne alakası var?”
Doğru diyorsun. Daha da başından anlatayım. Hatta her şeyin müsebbibi Babalık anlatsın. O gece içeri boşaldın değil mi peder?
“Aman evladım öyle milletin içinde… Yakışıyor mu?”
Tamam tamam, utanmayı kes şimdi. Şu bizim miras olayını öt bakalım. Bankada milyonları olan bu adam niye delik ceketle geziyor bilsinler.
Peki evladım.
Efendim merhabalar, ismim Muhterem. Bu haytanın babasıyım. Bu ipsiz sapsız haline bakmayın, en iyi okullarda okuyup birincilikle bitirdi eczacılığı. Memur bir aileden gelir, annesi sizlere ömür, muallimedir. Bizim haytayı da esasında iyi yetiştirmiştir. Birbirlerini de pek severler.
Zaten bizim oğlana ne olduysa validesini keybetmesinden sonra olmuştur. Bu Buse hanım ve hergele tayfasının eline düşmesinin sebebi bence bu acı kayıptır.
“Ay ben ne yaptım ya? Babana bir şey söyler misin lütfen İzmarit’çiğim?”
Kıza bulaşma babalık, ortalığı da bulandırma. Ne bok yediğini anlat da hikaye ilerlesin.
Anlatayım evladım anlatayım da, her şeyin bir yeri zamanı var.
Efendim nerede kalmıştık? Tabii, evet, hergele tayfası… Sarı, kuru bir oğlandır bizimkisi, ne anlar serserilikten, eli kalemden başka bir şey tutmamış.
Bu kızın etrafında ise yok yok. Meslek olarak izmaritçilik yapıyorlar güya ama palavra. Hepsi mahlas kullanır, birbirinin isimlerini bilmezler. Çete gibi bir şeylerdir, pek de anlamam çevirdikleri işlerden ne yalan söyleyeyim. Bizimkine de İzmarit adını taktılar işte. Oysa Serhat’tır adı. Gidin sorun fakültesine herkes tanır Serhat Kuzuoğlu’nu. Hocaları pek sever.
Babalık, boş gevelemeyi bırak. Sana kalırsa bu hikaye bitmez. Kaldırımda donan sırt benimki diye geveleyip duruyorsun böyle. Bana bırak gerisini.
Bu ihtiyar, ben Buse’nin peşine düştüm diye kinlendi bana. İstediği gibi eczane açmak yerine akademide kaldım diye serseri oldum gözünde. Tek çocuğum tabii, mirastan men etmeye de elvermedi vicdanı. Gitti sattı her şeyi nalları dikmeden önce, parayı bankaya faize yatırıp bana ayda beş bin papelden fazlasını çekemeyeceğim bir kart bıraktı. Eczane açmadan da paranın kalanına dokunamayacaktım. Ulan gurur bir sende mi var? Açmadım eczaneyi, açmayacağım da.
Buse’nin tayfasıyla izmaritçiliğe başladım işte. Sinemadaki koku orkestrası için sigara dumanı biriktiriyoruz yani. Filmde ne zaman biri sigara içse, bizim ciğerimizden çıkan duman üfleniyor salona. Bu işin çiçeklisi, denizlisi kimyasal sıvılarla yapılıyor ama iş sigaraya gelince sökmüyor. Denediler, denemediler değil ama sonuç felaket. Kusanlar mı ararsın bayılanlar mı ararsın, rezalet. Sonunda bu izmaritçilik işi peyda oldu işte.
Bir odada ekibinle sigara içiyorsun, dumanı vakumla çekilip toplanıyor, izmaritler sayaca atılıyor. Söndürdüğün izmarit başına para alıyorsun. İşin cafcaflı tarafı da burada, biz ekipçe parayı eşit bölüşürüz ama yarış kendi aramızda. Daha doğrusu Stahanov’la benim aramda. Diğerleri bizimle aşık atamaz. Değil mi Buse?
“Aman bana ne be!”
Sana ne olur mu? Yeni sevgilinden bahsetmeyecek misin?
Ayy hemen hemennn. Stahanov bizim çocuklardan biri işte. Bu İzmarit’ten önce vardı ekipte işte. İzmarit gibi okumamış ama çok tatlı, çok iyi birisi ya, canım kocacım işte. Ondan sonracıma işte bu İzmarit gibi ağzı laf yapmaz sessizdir ama kaslıdır iri yarı biridir canımın içi. Ondan sonracıma işte zaten ben de onu seviyordum hep o da beni seviyormuş ama söyleyememişiz birbirimize. İşte yani ondan sonracıma İzmarit ekibe girince bizim aramızda bir etkileşim oldu tamam mı İzmarit’le. Ben de bir şans vermek istedim sadece ama aslında Stahanov’u seviyordum yani sadece denemek istedim öylesine yani. Ondan sonracıma işte bir gün aramıza bir konuşma oldu Stahanov’la ben de ona hislerimi itiraf ettim falan o bana itiraf etti falan ben de İzmarit’ten ayrıldım insan gibi yani. Ama bu cılız köpek insanlıktan ne anlar? Gitti Stahanov’a karşı doldurdu herkesi bizi ekipten kovdurdu, işsiz bıraktı işte. Ondan sonracıma…
Ondan sonracıma ondan sonracıma sikip sakat bıraktın hikayeyi, sus Buse. Babalık konuşsaydı daha iyiydi.
“Hııı tabii tabii. Çekemedin gerçekleri.”
Gevele bir şeyler babalık dişlerimi sıkmaktan konuşamıyorum.
Ah tabii evladım.
Efendim, benim gıyabımda pek çok şey dinlediniz esasen. Gençlerin arasındaki kavgayı gürültüyü ben bilmem işin doğrusu. Kısa zaman önce göçtüm zaten ebedi diyara bizim haytanın dediği gibi.
İstedim ki bir eczane açsın, ailemizin adını taşısın, saygın bir adam olsun bizimkisi. Bankaya yatırdığım paradan eczaneyi açana kadar beş bin lira çekmesine izin verdim her ay. Gayet de iyi paraydı aslında, kirasına, geçimine yeter cebine de harçlık kalırdı. Efendim nereden bileyim ekonomik kriz olsun, beş bin lira pul olsun, kirasına bile yetemesin bizimkinin? Montsuz kış günü kalsın böyle delik ceketle etrafta aç karnına, nereden bileyim? Müneccim değilim ya.
Bu yüzden bana kinli işte bu çocuk. Vicdanım sızlamıyor diyebilir miyim hiç? Yattığım yerde rahat mıyım diye soracak olursanız, değilim efendiler değilim. Babalık işte… Nasıl dayanır insan? Ölü olmasam şimdi bir kez daha ölmez miyim sanıyorsunuz?
Ooo babalık hayırdır alkış mı kovalıyorsun? Çekil lan kenara, götüm dondu burada. Bunlara kalsa şeceremden başka bir milim katmayacaklar akışa. Salona doğru yürüyeyim artık, durduğumdan böyle üşüyorum belki de. Siz de diktiniz gözünüzü bakıyorsunuz avel avel “Yürü” diyeniniz yok.
Neyse, yürüyelim, siz de gelin, dinleyin zurnanın zırt dediği yeri.
Geçen aydan beri dolanıyor lafı, kimyasal çıkmış bir tane. Diğer kimyasalların ciğerlere verdiği zararı elimine etmekle kalmıyor bir de solunabilir sigara kokusu veriyormuş meret.
Çok sürmedi işte, bizim sinemaya da geldi geçen hafta. İşsiz kaldık hepimiz. Bizimkiler koştu limana hamallığa, Stahanov’un yanına. Ben kaldım ortada. Kapanmamış bir hesabım var tabii, Stahanov’un kırk yedi izmaritlik rekorunu kıracağım daha.
“Hı hı kırarsın kesin. Benim kocişkomun tırnağı olamazsın sen.”
“Göreceğiz bebeğim.”
Uzatmaya gerek yok, bir arıza olmuş cihazda, ama sabah seansında John abimiz üfleyecek dumanı izleyicinin suratına. Ne yapacaklar? Hemen aradılar izmaritçileri. Benimle Boğacan’dan başka herkes limanda. İkimiz gireceğiz odaya, dolduracağız hazneyi, yazacağım efsaneyi, Boğacan da şahit.
Geldik işte. Planım hazır. Bir haftadır ağzıma süremiyorum sigara. Sigara alacak para yok çünkü. Harmanım ama içime çekmek yok. İçtikçe acıkacağım sigaraya. Çektikçe çekip üfledikçe üfleyeceğim ciğerlere dokunmadan. Sabah seansından önce dolduracağım hazneyi Boğacan’la. İzmaritçiler kralı olarak da bırakacağım bu işleri burada.
İşte salon, merhaba Boğacan, merhaba, işte koridor, izmaritçi odası şurada. Sigaralar istifli raflarda. Vakum çalıştı hafif hafif. Haydi bakalım.
Bu bir… Say babalık.
“Aman evladım bırakmadın şu illeti”
Bu iki, say aşkım.
“Ay nereden aşkın oluyorum be”
Bu üç, say Stahanov.
“Gölgem kadar adam değilsin oğlum.”
Bu dört say Serhat.
“Kavga bitsin artık burada. Kurtul şu kafandakilerden.”
Anıların üstünde geze geze ama dokunmadan çekip üfleyeceğiz böyle. Kapatır gibi defterleri atacağız izmaritleri sayaca. Geçeceğiz karşıya.
Bu kırk sekiz say Boğacan.
“Vay babam vay, helal lan sana.”
Bu da kulak arkası, siz de sayın. Bitti bu iş.
Gelin şu dergilerden alalım, bilim milim bir şeyler var içinde, okuruz.
“Ne anlıyorsun babam?” diye soruyor Boğacan.
“Bizim mesleği bitiren adamın yazısı var.” diyorum, “Sigara kokusu ciğerlere iyi gelecek diye artık sigara kokusuna dair algılar değişecek, sigara kokanlar pozitif karşılanacakmış toplumca. Her filmde sigara içen bir karakter olacakmış artık mutlaka, ciğerler zarar görmesin diye.”
“Onun ben anasını…”
“Hop dedik Boğacan, yavaş.”
“Ne yazıyor başka İzmarit?”
“Yazıyor işte bir şeyler boş ver.”
“Oğlum ben yine hamallığımı yaparım Stahanov’un yanında, sen bu sarı kuru halinle ne iş tutacaksın? Aç kalmayasın İzmarit?”
“Bulurum bir şeyler, sen rekoru anlat onlara.”
“Anlatırım, haydi sen sağ ben selamet.”
Öyle işte. Ne diyorduk? Ha bilim milim. Açalım okuyalım şu makaleyi.
“Koku Orkestrasının Solunum Sistemine Verdiği Zararı Nörtleme Vasfına Sahip Yeni Bileşen: İzmarit.
Anneme
Serhat Kuzuoğlu.”
Vay koçum vay! Yakalım şu kulak arkası sigarayı. Ciğerlere çekebiliriz artık.

-Burak Eren