Berbat durumdaydın. Ne yapacağını, nereye saldıracağını bilmiyordun. Bu Akdeniz şehrinde oradan oraya savruluyordun. Her gece başka bir fahişenin koynunda uyuyor, sabahı viski şişelerinin dibinde getiriyordun. Her şey rutine dönüşüyordu. Nefret ediyordun bundan. Hayatının, kendini tekrarlamasından nefret ediyordun. Fahişeler bu tekrardan kaçtığın tek gölgeydi. Onlara sığınıyordun. Her gün başka bir fahişenin koynunda kendi tekrarını bozuyordun ve yeryüzü bu bozulan tekrarında yeniden var olacakmış gibi hissediyordun. Olmuyordu. Ne var olacak bir yeryüzü, ne de seni tam anlamıyla bu döngüden çıkaracak bir bağırtı yoktu.
Gayet olağan bir geceydi. Her şey sıradandı. Oyundan çıkmıştın. Davetli olmadığın, bilet almadığın bir tiyatro oyunu. Sahne, senin sirkin değildi bu kez. Onların alanıydı. Ne için bu oyuna gittiğini de bilmiyordun. Sokakta bir ilan görmüştün, akşam olunca hatırlamıştın o ilanı ve kendini oyuna getirmiştin biraz. Salondan çıktığın an neyi izlediğini unutturacak oyunlardandı. Salt, kendini kendi sesinin dışında başka bir sese sürmek için girmiştin sanki oyuna ama işe yaramamıştı. Sonrasında aracı bilmediğin sokaklara sürmüştün. Sanki o sokaklar seni yutacakmış gibi teslim olmak istiyordun onlara. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kısık seste Güllü çalıyordu. “Ürpermezdim böyle ayak sesinden” diyordu. Beynini kemiren bir fısıltı gibi başlayan bu kısık sesli yalnızlık, bir anda çığlığa dönüşüyordu. Sanki yeryüzünde sen ve Güllü’nün haricinde kimse kalmamıştı. Gece sizi dinliyordu. Yıldızlar size koşuyordu ama Tanrı sizi duymuyordu. Tanrı sizi hiç duymuyordu.

Sen, hep ona bağırır gibi yapıyordun ama en çokta ondan kaçıyordun.
Sokaklar seni kusmaya başladığı an geçenlerde ulaşamadığın fahişe geldi aklına. Onu aradın. Ümitsizdin ararken. Bakmaz diye bekliyordun. Açtı telefonu. Şaşırdın. Sesi, davetkar değildi. Biraz gizemliydi o kadar. Oyalanmadın hiç. Çok zaman geçirmeden soluğu yanında aldın. Kısa boylu, saçlarının sarıya boyandığı her halinden belli, hafif kilolu ama şişman olmayan bir kadındı. Adı Yeşimdi. Buraya gelirken her şey normal olacak, sen para vereceksin, o seni boşaltacak diye düşünüyordun ama öyle olmadı. Normalde fahişeler kendini erkeğe sunarken sadece o erkeğe aitmiş gibi hissettirmez. Bunu belli etmeye çalışmaz pek ama buram buram bir yapaylık söz konusudur. Yeşim öyle yapmadı. Aksine sadece sana aitmiş gibi, sanki bir tek seninle var oluyormuş gibi hissettirdi. Ki sen hayatın boyunca hiçbir zaman bir kadının sadece sana ait olup olmamasıyla ilgilenmedin. Birlikte olduğun hiçbir kadın senin değildi. Hiçbiri sadece sana ait olmamıştı. Bunu da beklememiştin. Yeşim, ilk seni evinde karşılarken bir şeylerin ters gideceğini hissetmiştin.

Kendini tamamen ona bıraktın. Evin kapısını kapatır kapatmaz soyunmanı istedi. Soyundun. Tereddüt dahi etmedin. En küçük bir sorgulama bile yapmadan. Çırılçıplak bir vücudu sadece o tanırmış gibi, salt senin tenini iyileştirecekmiş gibi bıraktın ona kendini. O giyinikti halen daha. Para konuşmamıştınız. Ne o ne sen para konusunu açmadınız. Bir bira açtı sana, konuşmak ister gibiydi ama aynı zamanda bakarak anlamak ister gibiydi de. Sigara yaktın. Yarı karanlık salonunun kenarında, üzerinde çiçekli bir etek serili tekli koltuğa oturmuştun çoktan. Senin sigara yaktığını görünce küllük getirdi. Paketten bir sigara da o çekti. Gözlerini senden ayırmadan. Sanki yıllardır o gözleri senden hiç ayırmamış gibiydi. Karşına oturdu. Birbirinize baktınız uzun uzun. Hiç konuşmadınız. Kolundaki yara ile oynadı bazen. Ne yarası olduğunu anlamadığın bir iz vardı kolunda. Jilet yarası gibiydi ama bıçakla kesmişte olabilirdi. Sormadın, anlatmadı da. Gerek de yoktu. Ne sorulara ne anlatımlara. Geçelim mi dedi. Geçelim dedin ama nereye olduğunu bilmiyordun. Sanki yeryüzünün öbür ucuna birlikte geçelim dese, gidecek gibiydin. Küçük bir yatağın olduğu odaya aldı seni. Yüzüstü yatırdı oraya. O halen daha giyinikti. Sen, çıplaktın ama şeyin sanki gece boyu dik başlılık yapmayacak kadar sönüktü. Masaj yapacağım dedi. Sevmezsin sen normalde mesajları falan. Fakat bu kez karşı koymadın. Parmakları, teninde gezmeye başladığı an bir şeylerin değiştiğini anladın. Bir büyü vardı onda. Masajları sevmezsin ama bilirsin de. Sayısız masaj salonuna, batakhaneden bozma merkezlere az gitmedin. Kimi lüks kimi berbat yerlerdi buralar ve hepsinden bir şeyler aldın ama Yeşim’in sana dokunduğu an sen de uyardığı şeyi daha önce hiç hissetmemiştin. Parmaklarında bir şey vardı. Az önce ölü gibi duran şeyin bir anda kıpırdamaya başlamıştı. Fakat asıl kıpırtı seni sırt üstü yatırınca başladı. Şeyine, görmediğin bir şekilde dokundu. Bir şeyin dokunduğunu hissettin ama daha önce böyle bir dokunuş hiç görmedin. Bir dakika bile sürmemişti ki artık iflah olmaz bir diklik vardı sen de ve tam orada durdurdun Yeşim’i. Normalde böyle bir şey yapmazsın hiç. Sen bir fahişeyi kendi ellerinle durduracak kadar, senin aklını başından almadı hiçbiri. Odadan çıktı. Koltuğun yanında az önce bitiremediğin birayı alarak yeniden geldi. Üzerinde mini bir etek vardı. Eline birayı tutuşturdu. Karşına geçti. Soyunmaya başladı. Öyle ağırdan alır gibi değildi. Sen de dikleşmiş şeyinle bira içip onu izlemeye başladın. Tamamen soyununca yavaşça sana doğru yaklaştı. Gözlerini hiç kırpmadan sana baktı, baktı, baktı. Öpüşmeye başladınız. Bir fahişe ile öpüşmenin ne denli iğrenç bir şey olduğunu biliyordun ama bu öyle olmadı. Dudaklarında, dilinde daha önce hiç duyumsamadığın bir tat vardı. Elindeki bira şişesini yere bıraktın. Ona sarıldın. Romantik aforizmaların sığ sıkıcılığına benziyordu ama öyle değildi. Hiç mi hiç duygusal değildin. Ne duygusal ne romantik. Seni erkek kılmaya hazır bir Tanrıça vardı karşında ve sen daha önce hiç erkekliğini böyle hissetmemiş gibiydin. Neydi erkekliğin? Bir kadının üzerine yığıldığın an çürüyen şeyin mi? Ya da hemen öncesinde canavar gibi dik başıyla bütün cephelere saldıran şeyin mi? Sahi neydi erkekliğin? Bir kadının koynunda seni okşadığı an kendini ona teslim etmek istemen mi? Kokusundan, takma tırnaklarına kadar sana sunduğu her şeyi karşılık beklemeden kabul etmen miydi? Hiçbiri değildi şüphesiz. Erkekliğin bütün bunlara bir anlam verememendi. Erkekliğin, normalde ayağa kalmakta zorlanan o şeyini, bir anda kendine hayran bıraktıran yerde başlayandı.

Bir hikayesi yoktu sanki yüzünün. Bilincinde kısık bir sesle fısıldayan “geleceksin diye ödüm kopuyor” sözleri gibiydi. Gelmişti ve yanında hiçbir hikaye getirmemişti. Öpüşüyordun şu anda onunla, yanında, yüzünde, teninde, rahminde hiçbir hikayesi olmayan bir kadınla öpüşüyordun ve yeryüzü sanki sizin böyle öpüşmeniz için milyonlarca yıldır kendini hazırlamıştı. Tenine dokundun. Ellerini vücudunun her yerinde gezdirdin. Yüzlerce kadınla yattın ama teni böyle tanrısal olanına hiç rastlanmamıştın. Sanki o tanrıdan bir parçaydı, sen ise tanrının atığı. Geriye kalanlar siyanür. Yavaşça kendine çektin önce. Erotik bir romandan çıkmış karakter gibi hissettin o an kendini. Sonra yatağa uzanıp, dilini bütün teninde gezdirmeye başladığın an romandan çıkmıştı her şey. Rahmi fahişenin rahmi gibi değildi. Dilin, rahminin kıvrımlarında bir vahşet ararken, karşısına çıkan sadece utangaç bir fahişe olmuştu. İçine girdiğin an yeryüzü kendini tekrar etmekten kurtulmuştu. İçindeyken, vahşet başlardı normalde. Sen her fahişeye bir vahşet için gitmiştin bugüne kadar ama Yeşim vahşet değildi. Her şeydi biraz ama kesinkes vahşet değildi. Olmasını isterdin. Vahşet olsaydı, böyle olmazdı. Ticaret olurdu. Parasını öderdin, çıkıp giderdin ve her şey unutulurdu. Akan kan, vahşetin panoramasını araklardı. Bu kez araklanan ruhunun dehlizlerinde hiç bilmediğin bir şeydi.
Boşaldın. Sanki ilk kez boşalırcasına içini akıttın içine. Oradan kopan senin miydi? Yeşim’in miydi? Yoksa hiç senin olmamış mıydı? Bugüne kadar yarattığın bütün spermler sadece onun içine bırakmak için miydi? Bir anda üzerine yığılınca, şeyini okşamaya başladı tekrar. Normalde, birlikte olduğun bütün fahişeler kaçar o an. Dokunmak istemez. O içini, senin içinde temizledi. Bir çocuğu okşar gibiydi. Önce spermleri temizledi kendi eliyle. Yüzlerce fahişede gördüğün o iğrenç yüz ifadesi Yeşim’de yoktu. O sana da, şeyine de iğrenç bakmıyordu. Sana da öyle hissettirmiyordu. İkinci dikleşmede en başarısız erkeklerden olan sen, onun parmaklarında başka biri olmuştun. Sanki az önce kendini içine bırakmamış gibiydi. Kiminle öpüşüyordun? Neydi bu? Hiçbir şey anlamıyordun. Yeniden içine girmiştin bile. Bu kez daha güçlü, bu kez daha diri ve daha uzun. Saatlerce içinde kalabilirdin. Ne prezervatif ne başka bir şey vardı. Tenin, teninde kaybolmuştu. Sen orada kalmıştın.
Geriye bitmemiş bira şişeleri, yarım sigara paketleri ve rahmine ninniler okumak istediğin bir kadın kalmıştı. Evden ayrılırken ona normalde hiçbir fahişeyle iki kez birlikte olmadığını ama buraya tekrar geleceğini söyledin. O ise sadece biliyorum dedi. Ne çok şey anlatıyordu bu tek kelime. Biliyordu.

-Reis