Sıcak suyla temas eden ayağının sızısıyla irkildi. Öylesine yorgundu ki banyoda, suyun altında uyukluyordu. Bütün bir gün boyunca yürümekten ayakkabısı ayağına vuruyor, bilekleri yara oluyordu. Yaşamak onun gibiler için karanlık sabahlardan, bitmek bilmeyen yorgunluktan ve ince bir sızıdan ibaret hale gelmişti.
Her gün yaklaşık on beş kilometre yürüyordu. On beş kilometreyi aşan günlerde insan vücudunun ne kadar dayanıklı olduğunu düşünürdü. Kendi eliyle ürettiği makinelerden, eti-kemiği, sinirleri olmayan demirden çok daha dayanıklıydı insan vücudu. Henüz çok gençti, yaşına ve yaptığı işe bakılırsa önünde böyle geçireceği bir ömür vardı, birçok insan gibi. Ve onun aciz bedeni de birçoğu gibi buna senelerce dayanabilecekti. Bazen bu dayanıklılığın faydasından çok zararı olduğunu düşünüyordu. Ruhen olduğu kadar fiziken de zayıf yaratıklar olsaydık, hayatlarını bizi mahvetmenin üzerine kuranlar yine de son nefesimize kadar cesedimizin üzerinde tepinebilir miydi?
Bazı günlerse, ki bu günler genelde on beş kilometreden az yürüdüğü ve görece daha az yorulduğu günler olurdu, gün içinde hiç değilse bu şekilde biraz olsun günışığı görebildiği için mutlu hissederdi. Sabah hava aydınlanmadan evden çıkıyor, akşam hava kararınca eve dönüyordu. Buna bir de elektrik zamları eklenince annesi evin içinde lamba nöbeti tutmaya başlamıştı. Çoğu akşam karanlıkta oturuyorlardı. Neyse ki ışıkları annesinin kapatmadığını bilecek kadar akıllıydı Mi. Işıkları cesetlerinin üstünde son nefeslerine kadar tepinerek yaşayan mezarcılar kapatıyordu. Annesi bir mezarcı değil, birçoğu gibi cesetti. Elbette mezarcılar cesetlerden elde ettikleriyle yetinmemiş; karanlığın, bu cesetlerin onların pis ve sararmış dişleri arasında çiğnenişini de örteceğini keşfetmişti. Cesetleri kokusundan bulan yamyamlar için karanlık benzersiz bir görünmezlik peleriniydi.
Mi’nin sadece çalışmaktan ve ağrımaktan ibaret bir cesede dönüşmeden önce yapmayı çok sevdiği şeylerden biri de yazmaktı. Mi biraz tuhaf biriydi. Hem hassas ve kırılgan hem de neşeli ve güçlüydü. Bu tuhaflık, yeteneklerinden ilişkilerine kadar her alanda hayatına sirayet etmişti. Yazılarına da öyle. Ancak Mi uzun süredir eline kalem alamamıştı. Çünkü mezarcılar ve yamyamların aksine yazarlar karanlıkta işlerini icra edemezdi. Bir akşam Mi mum ışığında yazmayı denedi. Aylar sonra ilk kez dişe dokunur bir şeyler üretebildiğini hissediyordu. Uzun bir süreden sonra kendini bir makinenin dişlisi gibi değil; ruhu olan, acı çeken, sevinen, öfkelenen, kavga eden, barışan bir insan gibi hissediyordu. Bunu sağlayan Mi’nin karanlıkta da mum ışığında da olsa Mi olmaktan vazgeçmeyeceğini anlaması mıydı? Bilmiyordu. Ancak mum ışığıyla yetinmemeye, yazmaktan karanlığa rağmen vazgeçmeyecekse de aydınlığı da yamyamlara kaptırmamaya kararlıydı. Bu mezarlıkta doğmayı kendisi seçmemişti. Mi’nin tüm ailesi, annesi, nenesi, dedesi, annesinin nenesi ve dedesi, hepsi, bu mezarlıkta doğmuştu. Bazıları şanslı doğuyordu. Mi onlardan değildi. Ama ışığını ve hayatını şansa ve yamyamların vicdanına bırakmak da istemiyordu. Güneşin kavgasında galip gelecekti Mi ve onun cesetler ordusu. Yamyamları yeneceklerdi.
Mi, mum ışığında yazabildiğini keşfettiğinden beri her gün bir öykü yazmaya başlamıştı. Öykülerinde kendi gibi mezarlıkta, yamyamların ağzına doğanların hikayelerini işliyordu. Şanslı olanlar umurunda değildi, hatta onlardan nefret ediyordu. Onlar hem yamyamlara çanak tutuyor hem de günışığının tadını çıkarıyordu. Onlar zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlara telkinlerde bulunuyordu. Onlar yamyamların sofrasında sarhoş oluyor, ayılınca da Mi’nin kulağına insanlık dersi veriyordu. Mi’nin öykülerinde şanslılar ve yamyamlar olsa olsa yazdığı karakterlerin dövüştüğü ve yarattıkları karanlığa gömdüğü düşmanlar olarak geçebilirdi. Fazlasını hak etmiyorlardı.
Mi yazdıklarıyla kendisi gibi bir sürü kişiye ulaşmaya başlamıştı. Artık daha çok yoruluyordu. Gündüzleri kilometrelerce yol yürüyor, günde on iki saat çalışıyor, akşam da mum ışığında Mi’lerin hikayesini yazıyordu. Mi bu hikayelerle ulaştığı insanlarla tanışmaya, bir araya gelmeye başlamıştı. Yol uzun ve yorucuydu. Ancak Mi’nin ordusu kalabalıklaşıyor ve güçleniyordu. Bir gün mum alevini üfleyerek söndürdükten sonra uykuya dalan Mi, günışığının yüzünü gıdıklamasıyla uyanacaktı ve o gün ayakları hiç sızlamayacaktı.