Hayattaki en büyük sabiti olan düzensizliğinin bitmek bilmez boş vakitlerinde, bütün saniyelerini doğru kelimeyi aramakla geçiriyordu. Bir kelime, ardı arkası kesilmeyen ve bu sebeple kendini derin bir manasızlığa bırakan uzun kelimelerden jilet gibi sıyrılmış, içinde bulunduğu o vaziyeti: patlak, uyumsuz seslerle dolu dünyadaki derin sükutlu hayallerini açıklayacak bir kelime vardı. Şüphesiz ki bir taneden fazla olamazdı. Karmaşık olması tabiatına tamamıyla zıt, tek başına aciz olan harflerin denizinden aynı anda müthiş düşündürücü ve görünüşte bir o kadar basit biçimde çıkagelmiş bir kelimeydi.
Neydi?
Badanasız duvarlar arasında hayata eskimiş, sahibinin kişiliğinden ötürü mütemadiyen ıssız kalan evinin bu sonu gelmez hollerinde dolaşmaktan birden caydı. Hayatında ilk defa dinlenmeye karar verdi. Kendini en yakın sofaya bırakırken gözlerini evvelden kapamıştı. Aklına bu ana kadar okuduğu tüm kitapları, şiirleri, gazeteleri, dergileri getirdi. Dinlediği tüm anılar, dost sohbetleri, hikayeler, dertleşmeler ve sırlar bütün teferruatlarıyla önüne seriliyordu. Binlerce insan görmüştü. Binlerce karakter tanımış, bir haylisini de bizzat kendisi düş alemlerinden dünyaya düşürmüştü. Böyle bir çeşitliliğin baskısı altında acı çeken hafızasının aradığı şey biricikti. Kendisiyle birebir aynı duyguları hissedenleri, benzer nitelikte yaşam öykülerine sahip olanları tanıyordu. Feleğin mitsel baltası tarafından yakın şekillerde oyulmuş olanları, aynı yolun farklı zaman yolcularını yüksek ihtimal ki onların kendilerini tanıdıklarından daha iyi tanıyordu. Onların hikayeleri ile büyümüş, acılarını onlarla kıyaslayarak çekilmez hale getirmiş ya da küçümsemişti. Arkalarında bıraktıkları sayfaları bir kez daha boşuna aradı. Hiçbirinde aradığı kelime yoktu. İmkansız bir ameliyatın ortasında mucizevi bir şekilde yeniden doğmaya hazırlanırken çat diye masada kalmış bir hasta gibi hissetti. Kanatları yine yine ve yine cereyanda kalmıştı. Gözlerini açtı. Sofaya belini rahatlatacak bir pozisyonda uzanıp tavanı seyretmeye başladı. Tavan önemsizdi. Ardındaki masmavi ve dipsiz gökyüzü bile hiçbir önem teşkil etmiyordu. İçinde büyük bir makine gürültüyle çalışıyor, gözleri şuursuzca bakıyordu.
Tanrı büyük bir yazardı. Cilt cilt kitapları ile en çok satan yazar pozunu verdiğine şüphe yoktu. Onun yazınında ruh sağlığımı alt üst eden bir ilk vardı. Belki en bitmez görünen karanlık çağları bile gerisinde bırakmış dünyada, dünyadaki yazında, bu girişin korkutucu mertebedeki derinliğine yaklaşılamamıştı. o cümle şöyleydi : “Başlangıçta söz vardı”
İlk söz. Tarihin yazılı olmayan ilk kelimesi. Önemini düşündükçe vücudu ateşli bir nöbet evresine tutuluyordu. Yalnız olmadığını biliyordu . Faust’un da yaşadığı nöbetlerden daha beter sancılarla solucanlar gibi kıvrandığını adı gibi biliyordu. Doktor Faust, çevirmeye çalışırken söz, akıl, güç ve eylemden hangisine daha çok değer vereceğini bilememişti. Oysa başlangıçta sözden başkası olamazdı. Peki söz Tanrı mıydı? Tavana doğru bomboş ifadelerle dönük yüzünde saçma bir gülümseme peydahlanırken bir şeyden emindi. İlk kelime asla Tanrı olamazdı. Somut etkisi hissedilemeyen bir olguya bu kadar büyük bir değer biçemezdi. Dünya ne kadar gerçekse ilk kelime de o kadar gerçekti. Ama aradığı kelime ile ilk kelime arasında nasıl bir bağlantı vardı? Kaşlarını derin bir sorgu halinde olduğu gibi çattı. Bu, kendi maket dünyasının birleştirmesi en zor parçasıydı. Yine de yapbozun nasıl oturduğunu kendine hatasız olarak tekrar anlatmaya kararlıydı. Şekillerle oluşturulan yazı evreninde sayılamayacak kadar çok parça vardı. Bu bolluğa rağmen iki kelime hariç hepsi doldurulmuştu ve kolaylıkla çöpe atılabilirdi. Biri onun hayatı boyunca bıkmadan peşinden koştuğu kelime diğeri de başlangıçtaki sözdü. Bunların hangisinin daha yüce olduğunu anlamaya uzun müddet uğraşmış fakat hiçbirinde ruhunu huzura erdirecek bir sonuca ulaşamamıştı. Sonra çare içinden bir güneş gibi doğdu. Böylesine çıldırtan bir güç iki başlı olursa birbirini yok etme tehlikesi vardı. Bu iki kelime böyle bir ihtimalden muaf olacak kadar itiyada sahip olmalıydı. Kurtuluş yalnızca sentezden geçiyordu. İlk kelime hayalindekiydi, hayalindeki ilk kelimeydi. Böylece iki kudretli dağ gözünün önünde birleşerek daha da büyüdü ve içindeki keşfetmeye hevesli ufak çocuk sonsuz bir ihtiras nehrinde çığlıklar eşliğinde boğuldu.
Artık sadece çok üzgündü. Başka bir duygu da hissedilemezdi. Yola bir kere büyük umutlarla adım atmış, defalarca ufalanmasına rağmen geriye dönmemişti. Tekrar bulunduğu sofadan kalkıp holde uzun adımlarla koşarcasına yürümeye başladı. Kelime neydi? neydi?
img src=”https://mevzularderin.com/wp-content/uploads/2017/04/radioheadkingoftrees-300×155.gif” alt=”” width=”500″ height=”300″ align=”right” class=”alignnone size-medium wp-image-232″ />