Gözlerim hatırlayamadığım kadardır kapalılar, dudağımdaki pipodan bir nefes alıyorum, tütünlerin çıtırtısı kafamın ardında yankılanıyor. Tadı ağzımda yer etsin diye birkaç saniye beklemek icap ediyor; artık gözkapaklarımı aralamayı düşünüyorum.
Yağmur bu gece penceremize misafir olsa gerek, gözlerimi açmak tahminimden de zor oluyor; dumanları bir solukta ağzımdan dışarıya bırakırken önce seni ve sonra içinde olduğun elbiseyi görüyorum. Bu esnada duyarlılığım azıtıyor, sanki gözbebeklerimin ortası alev alev yanmaktaymış gibi hissediyorum; bu etkiyi mumlar mı yoksa sen mi yaratıyorsun, bilmiyorum.
Tekrar ve tekrar sana odaklanmaya çalışıyorum; yukarıda topuz yaptığın ve çubukla tutturduğun saçlarının arkasından evvela -olması gerektiği gibi- yıldırımın görüntüsü parlıyor ve ben yüzünden sarkan iki perçem saçı fark ediyorum. Sanki kaçırdığım bir zamanın kapısı ufak bir anlığına bana aralanıyor.
Gök gürlemesi kulağıma değdiği gibi tütsüden burnuma dalıp şakağıma yükselen amber kokusu beliriyor ve koltukta oturmak benim için daha da güçleşiyor. Sonra, göz göze geliyoruz. Ah, içimde bir şeyler titriyor. Önce, bakışlarında kehribar, keskin ve karanlık bir sessizlik tadıyorum. Saçlarında davetkâr bir hava dolaşıyor, şarabını yudumluyorsun. Dudağının kenarında ufacık bir şarap lekesi kalıyor, bunu ikinci yıldırımla fark ediyorum ve pipomdan bir nefes daha alıp dilimde sert bir tütün ısırığı hissediyorum. Artık dünyada yapmam gereken tek şey bu koltuktan kalkmak. Yerine koymak için tuttuğum pipo parmak uçlarımı yakıyor; bu kadar sıcak olmamalıydı, sana bakarken kaç nefes çektiğimin farkında değilim.
Koltuğun kollarını kavradığım gibi ayağa kalkıyorum. Benim koltuktan kalkmam arkamda kalan mumun ışığını serbest bırakıyor ve o da direkt olarak gidebileceği en bariz yere, dizlerinin üzerinde sonlanan elbisene varıyor. Sana doğru ilk adımımı atarken bu ışıktan iyice faydalanmam gerektiğini düşünüyorum, gözlerim zevkli bir seyre dalıyor. Zemini beyazın güzel bir tonundaki kumaşın üzerine, ustalıkla işlenmiş pespembe kiraz çiçeklerini fark ediyorum. Ben yürüdükçe çiçeklerin uç kısımlarındaki altın sarısı işlemelere gölge düşüyor. Bakışlarım önce beline, sonra da bağladığın beyaz kuşağa yöneliyor. Kuşağın ucu tenine değiyor, üst üstte attığın bacaklarında biraz vakit harcıyorum, tenin tam anlamıyla beni kilitliyor. Gözümü kaldırıp biraz yukarıya tırmanırken mum alevleri bedenimi kemirmeye başlıyor. Çakan yıldırımı ancak söndüğü zaman görüyorum, bu da dekoltene takılmamı ve amber kokusunun yerini ince bir beyaz yasemin kokusuna teslim etmesini sağlıyor.
Ve o an senin de beni incelediğini fark ediyorum, benden bin kat daha dikkatli görünüyorsun ki bu mideme dehşetli bir yumruk indiriyor ve nefesimi kesiyor. Hayranlıkla taşan seyrimin farkında olup olmadığını kendimce sorgularken çoktan şu anki düşüncelerimi bile bilmekte olduğunu anlıyorum. Fakat çok geç, sana hiç uzaklaşamayacağım kadar yaklaştım artık. Bu yüzden, şakağımdaki yasemin enseme doğru ilerlerken, hükmünü bir kez daha kabul ediyorum ve elimi dudağının sol üst kısmındaki o kan kırmızı lekeye doğru uzatıyorum.
Tanrım, çok sıcaksın; dayanamıyorum.
Ulaş Vural
Çok iyiydi kalemine sağlık…