Güneşe yarenlik, gökyüzüne çobanlık eden Apollon, toprağın diyarında lir çaldığı günlerin bir tanesinde Tanrıları kıskandıracak kadar güzel bir su perisi görür…

Apollon güçlüdür. Ok ve yayı kendisinden daha iyi kullanan kimseye rastlamamıştır. Apollon aydınlıktır. Güneş onu hem oğlu hem efendisi bilir, bir an olsun gözünün önünden ayırmaz. Apollon kabiliyetlidir. Henüz dile gelmeyi bekleyen bütün notalar ilk önce onun ellerinden yeryüzüne dökülür.

Ama rüzgarı kıskandıran dört atının çektiği altın arabasında bulutları araladığı bir gün, Eros’u sinirlendirmiştir. Minicik kanatlarının taşıdığı bir fiskelik canına, çocuk yüzünden hiç eksilmeyen neşeli dudaklarına, ok ve yayı çok görmüş, onu alaya almıştır. Tanrıların en aydınlık olanı tarafından aşağılanmayı hazmedemeyen Aphrodite’nin oğlu gülen gözlerinden birkaç damla yaşı yanaklarına dökerken ant içer, onu hor göreden intikamını alacaktır.

Güneşe yarenlik, gökyüzüne çobanlık eden Aydınlık Apollon, toprağın diyarında, bilimumum toprak yaratıklarını mest eden namelerini dört bir yana pay ederken O’nu görür. O; güzelliğiyle yeryüzüne kıvanç, gökyüzüne haset veren su perisi Daphne’den başkası değildir. Yuvası bildiği ormanda yalnız başına dolaşmaktadır ve Tanrıların en güzelinin onu seyre daldığını görmemiştir.

Apollon zamanı yitirir. Gökyüzünü ve güneşi yitirir. Geceyi aydınlatan yüzü şaşkınlıktan kirece durmuştur. Suyu ilk kez görmüşçesine, müziği ilk kez duymuşçasına, Tanrıya ilk kez inanmışçasına irkilir. Artık nehrin yüzünde kendine baktığında dahi yalnız Daphne’yi görmek istemektedir.

Apollon Daphne’yi seyrederken, Eros da onu seyretmektedir. Tanrıların aydınlık olanının omuzlarının düştüğünü görür ve dudaklarının büzüldüğünü. Elinden düşürmediği lirinin parmaklarının arasından kayıp toprağa kavuştuğunu görür ve gözlerinin Daphne’den başka bir şey bilmediğini. O vakit anlar. Zamanı gelmiştir. Kendisini alaya alan, okunu ona çok gören bilge Tanrı şimdi dizlerinin üzerindedir. O vakit anlar ki kabus bildiklerimizin evveli en güzel rüyalarımızdır. Yayına demir okunu yerleştirir tüysüz, sıska parmaklarıyla ve Daphne’yi kalbinden vurur. Nefretin, tiksinmenin, iğrenmenin okuyla sarsılan su perisi başını çevirdiğinde Apollon’u görür. Kendisi dışında tüm kainatın güneş bildiği Tanrı, gözlerinin ötesinde bir tarla faresi kadar gudubet, bir kral kadar meymenetsiz ve bir soytarı kadar kifayetsizdir. Bütün gücüyle koşmaya başlar. Su perisi canı pahasına kaçıyordur şimdi. Apollon peşine vermiş, her adımında toprağı titretirken berisinden sesini duyurmaya çalışıyor, en ince, en derin, en gerçek sesiyle kaçma diyordur benden, inan ki seni seviyorum. Ama bu ses su perisinin kulaklarında cehennemin yedinci katından geliyormuş gibi korkunç, donuk ve yoksun yankılanıyordur. Daphne, Apollon’un nefesini ensesinde duyar, saçlarının ucunda parmaklarının dolaştığını hisseder. Kaçamayacağını anlamıştır. Olduğu yerde durur, narin ayaklarıyla incitmeden toprağı eşeler ve yaşayan herkesin ev sahibesine haykırır: “Ey Toprak Ana! Kaçacak derman kalmadı ayaklarımda, beni ört, beni sakla ve beni koru.”

Su perisi, vücudunun ağırlaşmaya başladığını hisseder, ayakları toprağın altına çekiliyordur, iki elinin narin parmakları ahenkle gökyüzüne doğru uzamaya başlar, teni kabuk tutar, rayihası ormanı sarhoş eden göğüsleri sertleşir ve Apollon’un parmakları arasından kayıp giden saçları yüzünü örter tül bir perde gibi, omuzlarından dallarına dökülür.

Tanrıların başını döndüren su perisi Daphne, Defne Ağacı olmuştur. Yanı başında, dizleri üstünde göz yaşı döken Tanrının kederine dayanamaz ve yalnız nefesi duyulmayanların taşıyabileceği bir vicdanla başını ona doğru eğer, yapraklarıyla güneşin sırtını sıvazlar.

Defne, öteden beri yuvası bildiği ormana kavuşmuş, onunla bütün olmuştur. Şimdi tek ve hür, şimdi mağrur ve saklı, şimdi zamanın sonuna dek kendi kalarak, biz toprak yaratıklarını gözetecektir…