Evime, tek kişilik soğuk sığınağıma giriyorum. Evin düşük seviyeli yazılımı yine isteklerimi saçma sapan yorumlayıp vızıldayarak bir şeyler yapıyor. Canım müzik dinlemek istemiyor tamam mı ev? Ayrıca müzik zevkin hoşuma gitmiyor. Ev, kapan! Uyumam lazım. Hem de uzun uzun.
Gecenin rüyalarını, rüyadan daha rüya olmasına rağmen gerçek olduğunu iddia eden acı verici gündüz hayatına tercih ediyorum. Hepsinin sahte olduğunu söyleyip, çişimin geldiği ve hasta olduğum, yemek yediğim ve yaşlandığım hayata tutunmayı da denedim, olmadı. Gündüzün berbat karmaşasından sıkıldığım her gece doğal yoldan uyuyup kısa ve eğlencesiz rüyalar görmek yerine, Morpheus’umun gerçekten daha gerçek, renkli ve zarif hayallerinde kayboluyorum.
Bugünkü, son ve uzun rüyam olacak. Kutularca, çeşit çeşit haplarım var. Hepsini yutuyorum. Ev kapalı olduğu için, acil yardıma ulaşmasından korkmuyorum. Ben geberdikten sonra neler olacağını düşünüyorum. Düşünüyorum dediysem, şöyle bir aklıma geliyor. Aslında hiç de umrumda değil.
Yumuşak, deri kaplı koltuğa uzanıyorum. Morpheus’a bağlanmadan önce, internete girip saçma bir şeyler yapsam mı? Ne de olsa öleceğim.
Gerek yok.
Ölmeden önce yapmak istediğim son bir şey?
Yok. Acele et!
Tamam lan, diyerek güç tuşuna basıyorum. Başlığı kafama geçiriyorum. Ve uçuyorum. “Morpheus Teknolojileri”nin benim gibi insanlara sunduğu tek gecelik ve her gecelik bir cennet karşımdaki. Doğal rüyaların aksine, kapsamlı bir kontrole sahibim. Bununla beraber, kendine özgü rastgelelikleriyle beni gerçek bir masal diyarına sürüklüyor Morpheus. Zaman geçiyor. Renklerin, şekillerin, seslerin ve tatların zevkine varırken bir yandan yaklaşan ölümümü düşünüyor, kendimi nasıl olacağını bilmediğim finale hazırlıyorum. Bir süre sonra da bu rüyaların beni tatmin ettiğini, yeni ve farklı bir şeyler beklediğimi anlıyorum. Morpheus’un sunduğu serapları geri çeviriyorum. İçimde bana kızabileceğiyle ilgili saçma bir tedirginlik var.
Kızıyor mu bilmiyorum ama bilincimin bir kısmına el koyuyor. Uyanıklıktan uykuya geçiş anındaki çağrışım zenginliğini ve boşluk duygusunu, uyurken ve yazılım beynime sinyaller gönderirken yaşıyorum. Rahatsız olmaya başlasam da, bilincime tekrar sahip
olamıyorum. Tüm bunları ilaçların etkisine ve ölüyor olmama yorarak, “Ne olacak ki?” diyerek tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Yemyeşil bir bahçedeyim. Çimler gür ve ıslak. Dipleri çamur. Yağmur henüz durmuş gibi. Ağaçların altında yürüyorum ve damlalar… Bir algı eğiliyor ve sonsuza yaklaşarak kıvrılıyor. Yeşil katlanırken yerini hafızamdan karma yeni bir şeylere bırakıyor. Bir ondan bir bundan… Büyük kalabalık bir kahvede savaş haberleri izleniyor. Adamlar ter, tütün ve alkol kokuyorlar. Kahve hiçbir şey kokuyor. Küçük bir çocuk masaların üzerinden zıplıyor. Elimden tutup, çişinin geldiğini ağlayarak söylüyor. Birlikte, bir bardak kahvenin içine balıklama dalıyoruz. Kahve berrak bir deniz oluyor.
Denizin mavisi çatlıyor. Büsbütün ortadan kalktığında yerine başka renkler, başka hisler geliyor ve ben bu aralıksız düş zincirini sona erdiremiyorum. Belki çirkin değiller ama beni yoruyorlar, ardı ardına üstüme geliyorlar. Acaba ne kadar oldu uyuyalı? Neden ölmüyorum? Veya şöyle diyelim: Neden ölmüyor bu vücut? Evet, ben sadece sinir hücrelerinin bir oyunuyum ve bana yaşam veren şu beden ölsün istiyorum. Bitsin istiyorum.
Uykum geliyor. Morhpeus’un rüya âleminde uyumak. İşte bu. Uyku içinde uyku… Ölüm. Ölümü çağırıyorum. Program bana pis pis sırıtıyor. Edilgen ve iradesizsin dermiş gibi önüme hayaller çıkarıyor. Koyu yeşil, uçuk sarı ve kahverengi bir hayal içinde annemi görüyorum. El sallıyor. Güzel bir son olabileceğini düşünüyorum. Ne yazık ki bitmiyor. Zaman ivmeli bir yavaşlama içine giriyor. Görüntülerin değişme hızı ise artıyor. Gri bir hiçlik ile tüm uyartıların rastlantısal karmaşasının arasında bir yerlerde ölümü bekliyorum.
Hayatın anlamını kavramamı sağlayıp kâinatın kaynağını bana gösterecek olan parlak tuhaf ışıktan meydana gelmiş bir hayali hiç mi hiç beklemiyorum. İnanılmaz zevklerin doruğunda öleceğimi de zannetmiyorum. Bunu istemiyorum da. Sadece ölmek istiyorum be! Ben saçma şeyler izlerken umrumda olmayan bir sebepten vücudum iflas etsin ve gebereyim. Sabırsızlanıyorum artık.
Nihayet vaktin geldiğini hissediyorum. Dehşet verici bir çekilme hissi yaşıyorum. Tüm rüya âlemine son, küçümseyen bakışlarımı atıyorum. Kıvrılarak gelen bir uyartı bombardımanını boş vermişlikle karşılıyorum. En son, ait olmadığım bir yerde ve aralarında olmamam gereken insanlar arasında bulunduğumda nasıl kaçarsam öyle kaçıyorum hepsinden.
Sonrası, bilinmeyen. Başlangıçsızlığın sonu.
Uyanıyorum. Karanlık. Acı, ağrı, sızı, gözyaşı. Ağzımda hafif bir kan tadı. Başlığı çıkarıyorum. Morpheus bipliyor ve küçük ekranında yazılar sakince ışıldıyor. “İşlem Kayıtları” yazısı kırmızı bir ünlemle birlikte yanıp sönüyor.
İntihar denemem bir hayal kırıklığıyla beraber aklıma geliyor. Bu ani ve büyük farkındalık bir süre afallatıyor beni. Sonra düşünemez halde, aval aval bakınarak işlem kayıtlarını açıyorum. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayan işletim sisteminin rüyayı kısa kestiği, beni uyandırdığı yazıyor.
Morpheus’da defalarca izlediğim soyut patlamalardan bir tanesini içimde yaşıyorum. Duygularım bir an durgunlaşıyor ve sonra öfkem hacimsizlikten sonsuzluğa doğru yıkım saçıyor.
Hasiktir, ölemedim. Bu aletin böyle saçma bir güvenlik sistemi olduğunu bilsem, kapatırdım. Karın ağrım ve başımın zonklaması dayanılmaz halde. Biraz önce, öldüğümü zannederken gördüğüm hayallerden biri geliyor aklıma. Anne. Anneciğim.
Etraf hala karanlık. Ev, açıl. Işıklar yanıyor, bir şeyler takırdıyor. Ev harekete geçiyor ve bir duvar saati plastik yapı birimlerinin arasından önüme fırlıyor. Of amına koyayım! Sinirle ve ıstırapla bağırıyorum.
Ev! Acil yardım servisiyle iletişime geç. Siktiğimin dünyasında ölmeye bile izin yok.