Zamanda sıçrama!
Bazen zamanda sıçrarım. Öyle bir sıçrarım ki hem de. Aklınız hayaliniz durur.
OFF FENA VAR YA.
Şehirlerarası otobüsteyim. Oturuyorum haliyle. Evet geçen Fethiye yolculuğunda teyzeye dair şeyler yazmıştım. Beni konuşturmaya çalışan teyze. Açıklıyorum. Öyle bir teyze yoktu. Hiç var olmadı. Belki de olmuştur ama ben denk gelmedim. Kendime bunun yapılmasına asla ve asla izin vermem. Ayrıca zaten o yolda tek başıma oturuyordum. Tekli koltukta.
Ama tarihi doğruydu. Şimdi yine Fethiye ye gidiyorum. 17 Haziran 2017 bu sefer hiç yalan söylemeyeceğim. Gerçekten zamanda yolculuk yaptık. Bütün otobüs.
Otobüs muavini çay verdi önce. Saat 14.37. Adımı biliyor ama ben onunkini sormayı unuttum. Bu yüzden kendimi kötü hissediyorum. “39 numara İdil Hanım?” dedi. Evet benim dedim. Sonrasında konuşacak konu bulamamış olsa gerek ya da, evet evet kesinlikle öyle, galiba gözü çok açık bir dost çapkını. Otobüsteki herkesin adını ezberlemiş manyak. İyi ki benimle konuşmaya çalışmamış diyorum içimden. Ama yine de adını sormamış olmak da içimde kalmadı değil. Gerçi elindeki kâğıda da sık sık bakıyor. Belki de oradan okuyordur ama o günlüğü de olabilir. Ya da başkalarından öğrendiği şeyleri not alıyordur. Olabilir böyle şeyler. Olabilir ben de yapıyorum. Arkadaş avcısı muavin işini bitirmek üzereydi ve ben artık gözlerimle onu takip etmeyi bırakmaya karar vermiştim, önüme dönerken önümdeki sağ çaprazımda bir çift sevgili -biri erkek biri kadındı- gözüme takıldı. Gözlerim takılacak şeyleri hep buluyordu zaten. Konuşmalarını duydum. Kulak misafiri olmak gibi değil, dinledim, kulak kesildim. Tam zamanında çıkarmışım kulaklığımı oh.
Yeni sevgili olduklarını düşünmeme neden olan şöyle bir konuşma geçti el tutuşmayla senkronize şekilde yapış yapış, yine de rahatsız edici olmayan ses tonlarıyla – ki belki yapış yapış da değildi-
“seni seviyorum” _(erkek)
“yiaa ben de seni seviyorum” _(kadın)
O sırada bi’ bebek ağlamaya başladı. Bu cümlelerle yarası olabilir. Belki de ben anca duymaya başladım. Annenin susturmaya çalışmasında kullandığı cümlelerle neden ağladığını bulabilmeyi ummuştum ama pek de öyle olmadı. Nedeni yoktu galiba. Çocuklar bazen nedensizce ağlar. En az yetişkinler kadar. Yalnız yetişkinler için kategoriler vardır. Onlar önce ikiye ayrılır sonra ağlarlar. Olgun bildiklerimizin ağlamaları, içe doğru. En gereksizi. Aslında şu anki sistem içinde en makul sayılabilecek olan bu ama eğer ağlayanı görüp samimiyet seviyesi ne olursa olsun “ayy canım iyi misin bi şeyin var mııııı 😊” diye şirin şirin (?) ulayanlar olmasaydı herkes rahat rahat ağlayabilirdi. Bi’ de diğer yetişkin türü. Ermemiş ergenler. Beraber yaşaması en zor olan ama kendi çapında ufak ufak mutluluklar ve mutsuzluklar yaşayan kitledir. Şöyle de bir şey var belki alakalıdır; bu ermemiş ergenler de ikiye ayrılır. Biri herkes görsün diye ağlayanlar ki bence onlar içlerine ağlamalılar, başaramazlarsa katledilmeliler, diğeri canı ağlamak istediği an kendi kendine ağlayıp kendi kendine tekrar susanlar. Bu otobüste şu an benden başka ağlayan yok sanırım. Ya çok mutlular (şu çift gibi(?)) ya ağlayamayacak kadar yaşlılar, tek çekimlik içleri kalmış, olgunluğu halt sananlar, belki de biraz olgunlar da vardır. Yoksa neden ağlamasınlar sonuçta.
Ben bunları düşünürken (bu okuduklarınızın zamandaki sıç ramam ile hiç alakası yoktu) arka çaprazımdaki teyze bana baktı, kaşla göz arasında gülümsedi. Lütfen tuvalet molasında yanıma gelme teyze.
Neyse konumuz.
Otobüse bindiğim andan sonra aşağı yukarı 15 dakika sonra uyumuşum sanırım. Bir uyandım her yer karanlık olmuş. Kesin o günün gecesine zaman yolculuğu yaptık. Belki o gün değildir bile, başka bir otobüs yolculuğundayımdır.
Mezarlığın önünden geçtik, umarım bir dahaki sefere bir mezarın içinde olduğum zamana sıçrarız.