Son çeyrek saattir hiçbir şey söylemiyor, konuşmalarıma odaklanmıyordu. ‘’Aşık mısın’’ dedim. Cevap verdi ;

Kim bilir…

Başkasına aşıktı belli.

İnsanın hayatında öleyim de kurtulayım dediği anlar olur. Bağırmak, sıkı sıkı sarılmak istedim. Sonra gözlerinin içine baktığımda bana şiir okuduğunu gördüm. Zaten gözlerine her baktığımda bana hep şiir okurdu. Bu sefer Turgut Uyar’ın Yalağuz’u gibi bakıyordu. Bilir çok sevdiğimi.

Türküsünde, koşmasında, şarkısında

Tamamda da noksanda da

….

İğneden ipliğe işte

Bektaş, yapayalağuzdu…

Yine çok güzel okumuştu bir mısrayı, ağzını bile açmadan. Bir devrim gibiydi. En güzeliydi. Kadehlerimizin son demleriydi. Hangi ara rakı masasına oturduk? Bilmiyorum. Zaten birlikteyken hep rakı içmek istemiştim. Saçlarını okşayıp içinden dökülen şiir kırıntılarını toplayacak ve okuyacaktım ona. Biliyorum! Piraye’den bir parça vardı onda. Mona Rosa gibi kırılgandı ama Tomris kadar güçlü… Ben bunları düşünürken Palyaço seslendi;

‘’Rakı doldur!’’ dedim. Eksilmesin..

Ama eksiliyorduk. Çok içmiştim galiba. Düşünmeye başladım tekrar. Niye eksiliyor, niye ölüyorduk? Fazla sevgiden ölemezdik sanırım ama bir mısra daha okusam her şey bitecek gibiydi. Ben de sustum.

Gözlerimi kaçırdım gözlerinden. Utandım, çünkü ilk defa türkü gibi gözlerinden korkmuş, kaçacaktım. Saklanacak bir yer bulabilmek için koşmaya başladım. Çok uzaklaşınca durdum ve derin bir nefes aldım. O kadar çok koşmuşum ki kaybolmuştum. Saniyeler içinde yanıma geldi. Eliyle koymuş gibi bulmuştu beni. Belli biliyor buraları. “Kaçtığın zaman hep buraya gelirsin” dedi. Tekrar koşmaya başlayacaktım ki, hadi dedi “zaman geldi,gidelim..” İstemiyordum, direnecektim ve direneceğim. Son kez şiirle baktı ve kelimeleri döküverdi damla damla;

Haydi sirtaki yapalım palyaço

Rakı doldur, yine eksildik biraz…