Yedi katlı bir apartmanın balkonunda bütün gün pirinç ayıklayan sefil, yapayalnız bir kadındım.
Yeni öğrenmişken uçmayı, kanadımı kırıp bir kaldırım kenarına bıraktılar.
Bu şehir yüzyıllardır erkektir, kadınları sevmeyi bilmez.
Dilediği kadar sevişirse bir genç kız, dilemediği bir anda ölür, namusunu temizlerler.
Altı katlı bir apartmanın terasında yoldan geçenleri izleyen, özgürlüğe, en çok da kendine yabancı bir kadındım.
Saçlarını savurup sevdiğinin elini tutan bir başka kadın için,
Yani kendi olmayı başarmış, uçabilen bir kuşa kin güden,
Bastırdığı duygularını cennet vaatleriyle örten,
Kucağında bebesi,
Gülüşünde ‘’aman dikişlerim patlamasın’’ korkusu,
Magazin programlarını ayıplayıp, izdivaç programı izlerken uyuya kalan da bendim.
Beş katlı bir apartmanın o küçücük mutfağında, günün her saatini yemek yapmakla geçiren, çocuğu kadar var, evlilik fotoğraflarının üstünde biriken tozlar kadar çabuk yok olacak bir kadındım.
Gözyaşlarımla büyüttüğüm menekşelerim, her fırsatta başka kadınlara koşan hayırsız, ipsiz sapsız bir kocam vardı.
Evlendiğimde kırk dokuz kiloydum,
Üç çocuk doğurdum, içime attığım ne varsa gün geldi aynalara sığmaz oldum.
El âlem ne der diye evlenene kadar giyemediğim güzelim eteklerim çeyizimde,
Çeyizimse giyilmeden kızımın çeyizine kaldı.
Dört katlı bir apartmanın dördüncü katında, bütün gün televizyon izleyen, temizliğe gelen Ayşe Hanım’a laf anlatmaktan dilinde tüy bitmiş, yorgun fakat güçlü bir kadındım.
Bir işi beceremeyen kadınların biri gider, biri gelirdi evime.
Yahu şirketten temizlikçi çağıran Aysel Hanım’dan neyim eksikti?
‘’Alo Suat, yetti şu aptal kadınlardan çektiğim! Ay canım ben de yorgunum, akşam Neriman Hanımlara davetliyim konuşamayız. Bir zahmet hallediver şu işi. Çok paraysa çalışır ödersin, sağlığımız söz konusu!’’
Üç katlı bir apartmanın tabi ki en güzel odasında kıyafet seçmeye çabalayan, göğüsleri kalkık, dudağı sarkık, başı dik, saçı güneş gibi sarı o afet bendim.
Biricik kocacığı gelene kadar o mağaza benim, şu mağaza senin gezecektim.
Ne kadar güzel olursan, erkeğini elinde o kadar uzun süre tutarsın demişti annem.
Şimdi kocam plastik bir kafesin içinde, kalbinde sahte bir sevgi, gözlerinde kendine ait olmayan bir başarının parlaklığı.
Yanında dolaştırdığı küçük, sevimli bir süs köpeğiydim.
Güzeldim, kafesinin anahtarları bendeydi, fakat biliyordum.
Bir gün sönecektim.
İki katlı bir apartmanın neden iki katlı olduğunu sorgularken komşularıyla iç geçiren, masum hayalleri, pahalı zevkleri olan bakımlı, göz alıcı bir kadındım.
Açık arttırmalarda vazoları kapışır, diğerleriyle elmas, yakut falan karşılaştırırdık.
Elimizde tozlanmış diplomalarımızla desteğe ihtiyacı olan kadınlar için kurduğumuz derneklerde çalışırdık.
Vicdanımız yassı, cüzdanlarımız kabarıktı.
Tek katlı bir evin bahçesine hayallerini gömen yalnız, yapayalnız bir kadındım.
Suratımda geçmişin geçmeyen izleri, kalbimden ciğerlerime kadar batan can kırıklarım vardı.
Ağzımızın tadı bozulmasın diye kan yuttum gecelerce.
Benim ağzımın tadı bozuldu da, kimsenin ruhu duymadı.
Hak edeni öldürmek, günah mıdır Allah’ım?
Ben, bahçeme gençliğimi gömüyorum, bütün hayatımı.
Birazdan asla arkama bakmadan yürüyüp gideceğim.
Yedi günah kalacak benden geriye.
Yedi kadın, yedi adam, yüzlerce, binlerce hayat.
Ellerimizi bırakın, o eller daha birçok hayat ekecek.
Bırakın en azından birlikte girelim anahtarı olmayan kafeslerinize.
Bırakın da,
Kelepçe vurduğunuz yalnız kadınlığımız olsun.