Dünyadan kopmuş bir şey koltuğun kenarında oturmuş bana bakıyor. Neden orada? Nereden geldi oraya? Zihnimden geçenleri duymaya çalışırken dikkatim bir anda farklı bir yöne kayıyor. Her bir yaprağı ayrı ayrı sallanan yeşilleri görüyor bakışlarım. Dumana kayıyor ardından, duman hep orada. Orada ama ben fark ettiğimde gösteriyor kendini. Örtük, açık, koyu, kapalı her haliyle gösteriyor. Ona baktığımda midem buruluyor. Keşke hiç bakmamayı başarabilsem. Zihnimde çalan şarkı diğer her şeyi işgal ediyor. Keşke diyordum yine, maalesef tek kelimeyle açıklayamıyorum keşkemin nedenini. Ne olduğunu bile bilmiyorum. Sanki her şeyde bir keşke var, ama belirsiz ve çok da önemli olanından değil. Büyük hatalar yapmadım hiç, büyük riskler almadım. Büyük riskler küçük hayatlar yaşayanlara göre değil. Ben köşede oturanla, dumanla ve sürekli değiştirdiğim kitaplarla kaldım. Risk almayarak daha büyük bir risk aldığımdan haberim yoktu. Kaybetmemeye oynadığımda her şey parlaklığını yitirdi. Meğer parlaklık yenildiğimde daha bir güzel beliriyormuş. Bunu bilmenin bana hiçbir faydası yok, eğer düşünceler tepkileri bu kadar hızlı etkileyebilseydi olurdu. Bu halde zihnimden dışarıdaki hayata uzanan fenomenolojideki çizgi beni sürekli dışarı itiyor. Çocukluğumda üçgen oyununa alınmadığımda hissettiğim gibi hissediyorum. İnsanlar ipin etrafında bir oraya bir buraya, bazen benim yanıma atlarken ben onları alıngan bir derinlikle izliyorum. Çizginin ne içindeyim ne dışında, hiç yaşamamış gibiyim. Düşündüğünü yaşayan bir zihin tasavvur ediyorum sonra, bir şeyin nasıl olmasını istediğini anladıktan sonra hemen istediği sonucu yaşatacak o tepkileri verebilen bir zihin. Hem yeşili, hem de dumanı görebilen ama dumandan etkilenmeyecek kadar esebilen. Vücudu ile senkronize olabilen, çizginin içinde duran. Bu yüzden dışarının rüzgârlarından etkilenmeyerek dilerse uçabilecek bir zihin olsa, özgürlüğü tasavvur edebilmem daha kolay olurdu. Ama ben göremiyorum, üç adım önümü bile göremeden yürüyorum. Yürümeye alıştım, sırada ne var?
Kitap-larımı açıyorum, her birinden alıp hayatımın raflarına yerleştirdiğim cümleleri birleştiriyorum. Yine işi şansa bırakmayarak özellikle çıkardığım o cümleleri ardı ardına okuyup duruyorum. Sonra kendime geliyorum, daha kendim hissediyorum. Kendim olanı sorgulamamak istiyorum, sadece öyle hissettiğim için öyle olduğunu varsaymayı tercih ediyorum. Sonraları bu hissi daha iyi tanımak için her benzerini hissettiğimde kendim olmanın anlamına gelecek eylemleri biriktirmeye çalışıyorum. Belki kendimi böyle tanırım diye, küçük de olsa bir umut deniyorum. Her bir deneyişim suyu daha buluyor. Sonuç yok. Sonuç soyut kavramların hiç olmaması. Benlik bir yıkım hali sanki, sürekli yıkılan bir duvar. Hep düşen bir taş. Denize açılmayan kendi içine akan bir nehir. Ne edebiyat ne de gerçeklik içinden geçemiyor.
Yürüyorum, denizle birleşmiş tatlı suyun dibindeyim. Güneş saçlarımı tutam tutam kurutmuş, oturduğum kaya yosun tutmuş. İçime biraz ferahlık aksın diye bir süre orada dinleniyorum ama hiçbir işe yaramıyor, ben yine susuyorum. Sonra içeri, daha içeri, denizin derinliğine doğru yürüyorum. Aklıma daha önce buraya gelişim, hiç olmayan birine serzenişim geliyor.
“Saldın beni, bir kuştum ve bir balıktım ben, salarsan uçmak ve yüzmek zorundaydım. Ben de uçtum ve yüzdüm. En tepeye ve en dibe gittim, ışıktan ve ışıksızlıktan kamaştı vücudum. Sığmadım, ne gökyüzüne ne denize sığamadım, çarpıp durdum dünyamın sınırlarına. Son bir düzlük müydü beni kurtaracak olan? Hiç bilemedim.”
Su hala yok. Yanlış kararlar, daha doğrusu yanlış kararsızlıklar taşıdı beni kuraklığa. Ne olurdu sadece denizi veya sadece göğü görseydim? Neden ikisine birden ulaşmak istedim? Bunları unutmak pahalıya patlayacak bir eylem. O zaman ben de kolay yoldan gideyim, hiç hatırlamayacağım o günün gelmesini bekleyeyim. Ne de olsa her şey son bulur, soyut eylemler bile! Rüyamda yıldızlar arasında gezinirken her şey öylesine somut geliyordu ki Jack London yazdıklarını gerçekten yaşamış olmalı diye düşünüyordum. Rüya son bulduğunda anladım, hiç var olmamış uçmak. Olmayan bir şeyin bana nasıl böylesine gerçekçi gelebildiğini her rüyadan uyandığımda dehşetle karşıladım. Hayatın da bir rüyaya benzetildiği sayısız film ve kitap gördükten sonra biraz daha yatıştım. Uyuyakaldım.
Uyandığımda hala kanatlarım ve yüzgeçlerim vardı. Baktım, hala çizginin dışındaydım. Öyle dışına çıkmıştım ki yaşam çizgimin bile sınırına gelmiştim. Ben de kanatlarımı kestim ve yüzgeçlerimi yüzdüm. Artık yürümeyi başarabilirim.