“Yaraların ışığın içeri girdiği yerdir. Seni acıtan, üzen, sende yara açan her şey aynı zamanda seni kutsar. Karanlık senin aydınlatıcı mumundur. Yıkımın olduğu yerde hazine bulunur. Yaralarından kaçma! Yaraların, ışığın içine nüfuz edeceği yerdir…” 

Mevlânâ

bütün gölgeler geriye çekildiğinde, geriye sadece aynada gördüğüm yarı tanıdık bir yüz kalıyor. ne kadar da paramparça bir ayna bu. parçaları koridorun bin ayrı köşesine saçılmış, öyle ki ne gördüğümü bile anlayamıyorum orada. sanki bir zamanlar sevdiğim bütün yüzler orada bir yer edinmiş, o kadar ki ben kendi yüzümü tanıyamıyorum. başkaları nerede bitiyor, ben nerede başlıyorum emin olamıyorum. insanın kendi yüzünün sınırlarını ayırt edememesi ne acıymış! bu gözler benim mi? ben böyle kuşkuyla mı bakardım önümden geçen her farklı ruha? peki ya bu dudaklar, bu ağız? oradan çıkan bu sözleri ben mi söylüyorum içimdeki zehirle? sadece kötünün değil, iyinin de kaynağını ayırt edemiyorum.

çıplak ayaklarla yürüdüm o kırıklarla dolu koridordan. aradıklarımı bulmak, bulamadıklarımı aramak için. kimsenin çıktığımı görmediği bir yola çıktım, kendimle tanışabilmek için. işte, karşımdasın. en büyük düşmanım, en büyük aşkım, tanıdığım en bilge ve en aptal insan. kaçmaya çalıştığım her yanım, kucaklamaya korktuğum her köşem öylece karşımda duruyor kırık bir aynanın yüzeyinde. gizlemeyi beceremediğim bütün acıları görüyorum sol göğsümdeki parçamda. dökmeye gücümün yetmediği gözyaşlarını, gömmeye toprağımın yetmediği aşklarımı, yazmaya kalemimin yetmediği satırlarımı görüyorum benimle alay eden o ayna parçasında. kimisini sadece benim bildiğim, kimisini bütün dünyaya duyurmak istediğim çok şey var orada. öyle ki bakarken dizlerimin üstüne düşüyorum kendimin.

bu bir ayin, bir dua, bir yalvarış, bir son şans, bir yeni başlangıç. ellerimin olduğu yerde benim olsun, benim kalsın diye sıkı sıkıya tutunmaya çalıştıklarımı görüyorum. aynaların beni kestiği gibi, tutunmaya çalıştıklarım da ellerimden kesip götürmüş. benden, olabileceklerimden, güvendiklerimden parçalar kopup kopup gitmiş. ellerimin olduğu yerde iki boşluk var şimdi karşımdaki yansımamda. sadece tutmaya çalıştıklarımı değil, onları tutmak isteyen yanımı da kaybedivermişim sanki. sol göğsümdeki kırık parça ne kadar dolu, ne kadar kalabalıksa avucumda kalanlar da o kadar az, o kadar boş, o kadar yetmiyor bana. 

ağlıyorum kırıkların üzerinde, dizlerimin üzerinde, cevabını aradığım duamın üzerinde. gözlerimden süzülen birkaç damla yaş bir ışık cümbüşü yaratıyor aynamın üzerinde. o tek bir su damlası gözlerimden, boynumdan, göğsümden, karnımdan, dizlerimden süzülüyor. beni geziyor, bana dokunuyor, beni arıyor, benim bende bulamadığım şeyleri o tek bir gözyaşı buluyor. bana görme değil, hissetme imkanı tanıyor. kalbimdeki o ayna parçası ışıldıyor bana usul usul. ellerimi kaldırıyorum göz hizama, geri geliyor kaybolan tutunduklarım. avcumdaki yaraların sızısı dinerken ben her şeyden önce kendimi tutuyor, kendime tutunuyorum. herkesin bütün isimleri unuttuğu, hiçbir ismin fısıldanamadığı bu aynalar koridorunda ben, benden geriye kalanlarla tanışıyorum.