El Salvador, Cezayir ve Türkiye. Dünyanın lider 3 ülkesi. Eğitimde mi dersiniz? Belki ekonomidir?

Türkiye’de her yıl iş kazalarında bin kişinin üzerinde insan ölüyor. Ülkemiz iş kazalarında Avrupa’da birinci, Dünya’da ise üçüncü sırada. Her saat 80 iş kazası oluyor ve bu kazalar neticesiyle her gün 4 işçi ölüyor, 6’sı iş göremez hale geliyor. 2014 yılında 1414 kişi iş kazalarında hayatını kaybetti. Son 12 yıla baktığımızda ise 14 bin 125 sayısını görüyoruz…

İstatistikler böyle kâbus gibi devam ediyor. Hayatlarında hiç ağır koşullarda çalışma görmemişler ise bu sayıların vahşetini kavrayamıyor. Medya her gün onlara kan, gözyaşı ve ağıtlar sunsa da atasözünde olduğu gibi ateş düştüğü yeri yakıyor ve o hızla unutulup geçiyor.

Bir tarafta her sabah “acaba?” ile uyanan insanlar ve içlerindeki mesai bitimi eve dönüşün kesin olmamasının verdiği huzursuzluk, Diğer yanda ise bu insanları korumakla yükümlü devlet/özel sektör ikilisi.

Düşünün ki her gün yerin yüzlerce metre altına inen, tehlikeli iş makineleri kullanan, vücutlarında artık “çalışma izleri” olan işçilerimizin güvenliği; hayatında hiçbir madene inmemiş (Ya da seçimden seçime şöyle bir bakıp çıkmış!), inşaatlarda bir tek imzası ile katkı sağlamış, fabrikalarda paydos zamanı işçilerle iki laf etmişliği olmayan parlamento abilerine ait. Buna ne denir biliyor musunuz?

Komedi!

Ya Soma Maden Faciasından sonra bile iktidar partisinin Avrupa’da zorunlu olan her madende yaşam odası olması kanununu -hiç utanmadan- mecliste reddetmesine ne denir?

Trajedi!

Başka ne Tiyatro istersiniz ki sevgili Türkiye Cumhuriyeti halkı, Dramı zaten her gün yaşıyoruz… Ülkece ağlamaya başlasak dünyadaki selpak rezervi yetmez. Ama gözyaşlarımızın daha da çoğalmaması için öncelikle sorunlarımızı gündemde aktif tutmalı ve üst makamlarca ivedi bir şekilde çözülmesini sağlamalıyız.

Geçen haftalarda bir gün bütün meraklı bakışlarımı üstümde toplayıp, bulabildiğim en gerekli soruları zihnimden geçirerek bir inşaata gittim. Kapının eşiğinde sonradan binanın tesisatından sorumlu olduğunu öğrendiğim iki kişi sigara molasındaydı. Biri üniversite yaşlarında, diğeri de 40’lı yaşlarının ortasında olan arkadaşlara selam verdim, yanlarına vardım. Onlara müsait olup olmadıklarını sordum, iş kazaları hakkında bir araştırma yaptığımı ve bu konu hakkında kendileriyle konuşmak istediğimi belirttim. Daha benim sorularıma gerek kalmadan uzun uzun anlatmaya başladılar. Belli ki dertleri büyüktü. 15 dakikalık konuşmamızda onlardan “yok artık”, “o kadar da değil canım” dediğim bir sürü gerçek hikaye dinledim. Çalışırken kafasına matkap düşen insanların, koluna demir girenlerin, canavar kıvılcımlarından bir gözü kör olanların öyküleri ne kadar şiddet doluysa bir o kadar da gerçekti. Tahmin ettiğiniz gibi bu olaylar olurken ortalıkta ne bir gözlük, ne bir baret, ne de bir emniyet halatı vardı. İşin ilginç yanı bu gibi kazalar ölümle sonuçlanmayınca hiç olmamış gibi yapılıyor, bunların tekrarlanmasını önlemek için güvenlik önlemleri alınmıyordu. Emekçi, uğradığı fiziksel zarar ve psikolojik bozukluklarla yalnız başına kalıyordu.

Tıpkı gözü pek bir generalin savaşa girme kararı alırken vatanın daha önce defalarca ölmüş çocuklarını düşünmemesi gibi; Devlet/özel sektör ikilisi de imar ya da madencilik uğruna bu vatanın çocuklarını sonu ölüme kadar giden çetin bir ”görünmez savaş’a” yolluyor. Zayiat önemli değil onlar için. Hayattaki tek ülküleri kâr etmek olan insanlar, arkalarında bıraktıkları canlara sahte bir hüzünle bakıyor ve 1 hafta sonra unutulmak üzere sözde güvenlik önlemleri alarak, hüzünleri kadar sahte ve yapmacık bir duyarlılık başlatarak, hem ölen insanlarla hem de onarların yakınlarıyla resmen alay ediyor. Rütbe ve makamlardan yoksun olan bizlere ise insanların zarar görmesini engelleme yetkisi gelemediği için, bu yetki sahiplerine bütün öfkemizi kusup onları -gerekirse zorla -radikal değişiklikler yapmaya mecbur etmek düşüyor. Bu bizim vazifemizdir. Bunu yapabiliriz.

Bu ülkemizin güzel yarınlarının mimarı ve mühendisi vatandaşlarımız, işçilerimiz! Sizlere de hakkın verildiği değil de güç bela alındığı bir ülkede olduğumuzu hatırlatıyorum. Hak ettiğiniz değeri yine en çok kendi isteğiniz sayesinde göreceksiniz. Duvarda asılı kalmasın bağlamanız, beklemesin mızrabını ümitsizce. Sizler bize emanetsiniz!

Alperen Yavaş