zaman zaman anlatacak hiçbir şeyim olmadığını düşünürüm. dünya üzerindeki tüm kelimeler nefes alan herkesin parmakları arasından kağıtlara dökülmüş, bana ise sadece alevlerde kül olmuş kağıtların isleri kalmış gibi. bazen ise içimin o kadar dolu olduğunu hissederim ki, kelimelerle, sevgilerle, nefretlerle, söylenmemiş sözlerle, onları kimseye duyurmamak bir kafeste tıkılı kalmaktan daha betermiş gibi hissettirir. çoğu zaman bu ikisinin bir ortası yoktur. çoğu zaman hissettiğim birçok şeyin bir ortası yoktur. buna alışırım. bununla doğarım, bununla yaşarım, bazen hissizliği üstüme örtebileceğim bir yorgan sanarım. o yorganın altında mevsimler değişirken alev alev yanarım.

anlatacak fazla bir şeyim yok, sadece hepinizin de bildiği, hepinizin de tadına baktığı, hepinizin de zehrinden kustuğu şeyler. aşk gibi şeyler. nefret gibi şeyler. yalanlar, kutulardan dökülen çöpler, parmaklardan akan kanlar, kulaklardan sarkan küpeler, ayaklardan çıkan ayakkabılar, kağıtlardan taşan mısralar, akılda dolaşan şeytanlar, nasıl başladığı unutulan şarkılar gibi şeyler. sonuna bir nokta eklemesem, ömrüm boyunca devam ettirebileceğim şeyler. bu yüzden aşktan farklı, nefretten farklı, yalanlardan farklı şeyler. hayat, olduğunu sandıklarımızla olmadığını bildiklerimiz arasında gidip gelen bir ince çizgi sadece. tıpkı yıllardır benim için delilikle sakinlik arasında usulca gidip gelen o dalga olduğu gibi.

usulca dediğime bakma, altında boğulurken çok kuvvetli bir dalgadır o. tıpkı altında alev aldığım yorgan gibi, yorulduğumda altında dinlenmeyi umduğum çınar ağacım gibi, şarkıda anlattıkları o güzel kokulu limon ağacı gibi, yalnızlık gibi yani. anlatacak çok şeyim var demiştim, değil mi? sonuna koyacak fazladan noktalarım, ekleyecek fazladan soru işaretlerim olmasa; şu hayatı biraz da ünlemlerle, biraz da virgüllerle, hatta tamam, üç noktalarla yaşamayı öğrenebilsem. bu kadar keskin çizgilerim olmasa keşke. bu kadar çok şey beklemesem kendimden. biraz yumuşasam. bir gün o dalgaların çarptığı kayalar değil de o dalgaların kendisi gibi kıvrımlı olsam. boğulmaya mahkum değil de kafasını bir batıran bir çıkaran bir dal parçası olsam. noktaları yanlış yere koymasam, büyük harflerle başlasam.

anlatacak bir şeylerim var. ortada buluşalım, değil mi? yazacak dizelerim hep olacak. ben anlatırım, iyi de, ya anlattıklarım başkaları için pek bir anlamsız olursa? olsun. olmasın. anlaşılmak uğruna ne çok satır çaldım kendimden, duyulmak uğuruna ne çok kez sığındım sessizliğe. ama dalgaların altında boğuşurken çıkan sesler hep boğuk, hep uzaktan. ne çok şey yapıyoruz anlaşılmak uğruna. sevilmekten de daha öte bir ihtiyaç olduğuna inanırım anlaşılmanın.

kimseye ait olmayan bir dili konuşuyorum kendi başıma, dağlarımdan yankılanıp bana geri dönüyor, kayalarımdan yuvarlanıp denizlerde kayboluyor, ağaçlara dolanıp bahar oluyor, sonbahar oluyor. kış oluyor ve dökülüp bana yuva oluyor. bir dili konuşuyorum kendi başıma. öğretmek istiyorum bu dili bir başkasına. çiçeklerimi koklayabilecek, yapraklarımı okşayabilecek, kayalarımda yürüyebilecek, dalgamda benimle yüzebilecek birisine. benim gibi birisine. ama benden de bir o kadar farklı birisine. bir dil öğretmek istiyorum. benden başka kimseyle konuşamayacağı, benden başka kimseyle anlaşamayacağı. anlatacağım bir şeyler var. kendimden, senden, gözleri kapalı beni dinleyen bu denizlerden.

ve fark ediyorum ki, yazdığım bir çok şey senin. sana ait. senin gözlerin, senin kaşların, senin saçların var satırlarımın arasına karışmış. bunun hiçbir zaman farkına varabilir misin merak ediyorum. sadece kelimelerime yabancı olduğun için değil ama onları görebildiğinde de onlara gerçekten dikkat etmediğin için. denemelerimde karşımdaki ahşap sandalyeye oturttuğum hep sensin. senin baygın bakışların karşısında yazıyorum o satırları. şiirlerimi yazarken yanımda yatan sensin. senin anlamayacağın bir dilde, senin okuyamayacağın bir alfabeyle yazıyorum o mısraları. 

seni cezalandırıyorum çünkü. seni, bir şiirde harflere, hecelere, virgüllere dönüşmeni izlemekten alıkoyuyorum. hayatın boyunca böyle bir şey istedin mi bilmiyorum. şair miydin şiir mi bilmiyorum. hiç de sormadım. hiç de düşünmedim. bunu yazana kadar aklımdan bile geçmedi. bu cümleyi ne çok şeyle ilgili kurduğumu bilsen şaşırırdın. ama bilmen için önce merak etmen gerekirdi ve merak ettiğini sanmıyorum.

bizim birbirimizle ilgili bir şeyleri merak etmemize gerek olduğunu sanmıyorum. çünkü hücrelerimin seninkileri tanıdığını düşünüyorum. mikroskobik bir boyutta, birbirimize hiçbir şey söylememize gerek olmadığını düşünüyorum. atomlar birbirine asla dokunmaz derler, ama sana dokunduğumda birbirimize değdiğimizi biliyorum. bazen dokunmadığımızda bile, sözlerle, bakışlarla, alınan nefeslerle. tüm dünyanın yapamadığını bizim birbirimizle yapabildiğimizi biliyorum. bundan fazlasına ihtiyaç duymuyorum.

seni düşündüğümde beraberinde alevleri de düşünmek kolay. nereden çıkıyorlar, nerede bitip nerede başlıyorlar bilmiyorum. zaten eğer alevlerle bir bütün olamıyorsan kendini neden onlara mahkum edesin ki. seni düşündüğümde yanıp tutuşan bir şeyleri de düşünüyorum. yanıp tutuşan gençliğin mi, bana olan sevgin mi, aramızda söylenmediği daima belli olacak o sonsuz sözler mi bilmiyorum. sessizlikte asılı kalmış bir teklif, asla beraber izlenmemiş bir film, yan yana oturulabilecekken oturulmamış bir akşam gibi basit şeyler mi. yoksa daha derin, ikimizin de ismini ayrı ayrı koyamayacağı, belki tanrının bile çözemediği için bize bıraktığı birtakım başka şeyler mi. sessizlikte bekleyen, bir yılan gibi kendini toprağa gömen, gökyüzünde gözlerinle birlikte süzülen, bizden kayıp giden o şeyler neydi bilmiyorum. dedim ya, bizi birleştirirken, bizi ayırırken, bizi ikisinin arasında bir yerde bırakırken tanrının da gerçekten bildiğini düşünmüyorum. birbirimizden uzaktayken ve gözlerimiz aynı bakışı paylaşmıyorken bir karara varmak çok zor. ama eminim ki bir zamanlar olduğu gibi birbirimizin satırlarını tamamlıyor olsak ve aynı kağıda kalbimizden geçenleri karalasak, her şey hiç olmadığı kadar basit olurdu.

çünkü sen de biliyorsun ki, her nedense, hiçbir şey hiçbir zaman basit olmadı. oysa olmalıydı. bu kadar sessizlik, bu kadar gürültü, bu kadar saklambaç olmamalıydı. eğer bir çocukken sevmiş olsaydım seni, beraber oynardık bu oyunu. eğer beşikteyken ilk kez görseydim seni, birlikte dökerdik ilk gözyaşlarımızı. ama on yedi çirkin bir yaştı. ne seninle gülebiliyordum, ne seninle oynayabiliyordum, ne de seninle ağlayabiliyordum. halbuki sadece ellerini tutmak istiyordum. bir zamanlar yaptığım gibi; asla tekrar yapamayacağımı kabullendiğim gibi.

bir zamanlar, seni bir daha göremeyecek olmanın verdiği büyük bir acıyla yaşamıştım. bu acıyı vücudumdaki bir diğer kemik, saçımdaki bir diğer tel, gözümdeki uğruna dilek tuttuğum bir diğer kirpik olarak nasıl kabul edebildim inan bilmem. bu beni kaç gece ağlattı, bu beni kaç gülüşten alıkoydu, bu beni kaç gün nefessiz bıraktı, inan hatırlayamıyorum. şimdi bile bunları yazarken bir yandan seni sarsmak istiyorum. seni sarsmak istiyorum, çünkü tepkini görmek istiyorum. arkasına saklandığın o maskeden başka bir şey istiyorum.

sevgi sözcüklerini kendi ağzınla söyle, üzüntünü kendi gözyaşlarınla at, bana kendi ayaklarınla gel istiyorum. büyük yapraklı adını bilmediğim bir ağacın altında otururken bana birçok şey anlattığını hatırlıyorum. böyle zamanlarda keşke o zamanlar seni sevmiş olsaydım diyorum. keşke seni sevmek mümkün olmuş olsaydı. keşke göremeyeceğim kadar kalın maskelerin olmasaydı da ben oradan gördüğüm ışığa kendimi bırakabilseydim. bu yazıyı beğenmediğimi düşünüyorum yazarken. anlatmak istediğim bu değil gibi. ama gerçekten bir şey anlatmak istediğimi de zannetmiyorum, sadece çiçek suluyorum aslında.

çünkü gerçekten bir şeyler anlatmak istesem, aslında anlatacak çok şey var. dudaklarının dudaklarımın üstünde nasıl hissettirdiğinden bahsedebilirim. bunu rüyalarımda hiç görmediğimi, ama senden dinlediğimi anlatabilirim. ellerini ellerimde hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hatırlamadığımı, aslında birçok şeyi burada yazabilecek kadar iyi hatırlamadığımı anlatabilirim. parmaklarımda kalan çilek izlerinden, dudaklarına yuva yapan şarap damlalarından bahsedebilirim. ama bunlar o kadar belirsiz olur ki, bunları bir ressam gibi anlatamam burada. seni bir kere öptüğümden bahsedebilirim. iki kere, üç kere, dört kere. seni bir daha hiç öpmediğimden bahsedebilirim. sonsuzluğa kaç adımda gidiliyorsa, buraya o kadar fazla kere yazabilirim. tüm kelimelerim bitene dek o noktaya hiç ulaşamayabilirim.

bir daha bu ayaklarla, bu ellerle, bu sözlerle sana asla ulaşamayabilirim. bundan acı duymayabilirim. bir köşede seni gördüğümde seni tanımayabilirim. aynı ağaçlar, aynı toprak, aynı bardaklar öpüşmemize bir daha asla tanıklık edemeyebilir. dünya bir daha asla eskisi gibi dönmeyebilir. bu hiçbir şeyi değiştirmeyebilir. bu her şeyi değiştirebilir. bensiz olmak, senin sonunu getirebilir. bu tam da istediğin şey olabilir.

seni düşündüğümde yangını düşünmemin bir sebebi var işte. sebebi alevlere diktiğin bakışların değil. sebebi benden uzakta yazdıkların değil. sebebi burada anlatamayacağım rüyaların değil. sebebi, seninle dünyanın yeşilliklerinin arasında otururken onları kül olmuş bir şekilde hayal edebilmem. sebebi, seninleyken ormanlarımın yanmaktan başka bir çaresi olmadığını görmem. sebebi, seni asla benim için alev alırken görememem. sebebi, oynadığımız bu oyunun, ettiğimiz bu dansın, topraklarımı, seramiklerimi, zeminlerimi, topuklarımı alev alev yakması. sebebi, seninle bir kez daha bu dansı edememenin beni mevsimlerce yorganımın altında alev almaktan daha çok korkutması.

başlangıcından beri, sonunu beklediğini bilirim. seni o halinle sevdim çünkü. seni, tüm o sonlara, o keskin noktalara, o kalın maskelere sarınmış sonsuzluğunun arasında sevdim. seni o halinle öptüm. ellerini belime o halinle doladın. her seferin son olacağını, sonumuz olacağını sandım. şu ana kadar her seferinde yanıldım. seni düşündüğümde beraberinde alevleri de düşünmek kolay. çünkü bir keresinde o alevlerin arasında beraber yandığımızı hatırlıyorum. sonsuzluktan, dünyanın yaratılışından, isa’nın meryem ana’ya varışından önce. evrende sadece ikimizken, kendimize özgü dansımızla alev aldığımızı hatırlıyorum.

umarım sen de hatırlıyorsundur. umarım hala benim için yanıyorsundur.