Ben en çok vazgeçemediğim zamanlarda öldürdüm kendimi. Parça parça, santim santim çektim çaresizliği, güçsüzlüğü, eni boyu insan olmanın getirdiği sınırlı etki alanının kısırlığını. Çok savaştım. Kendimle, başkalarıyla hep yarıştım. Günün sonunda hep bir parçamı yavaş yavaş sakin sakin boğuyordum. Günün sonunda aslında inançlarıma kezzap döküp yakıyordum kendimi. Nasıl mı yapıyordum? Dilimle. Bir gün yaşamım boyunca çoğu zaman gördüğüm sevecen yüzünün aksine hoşnutsuzluğunu ufak gözlerine iliştirip kuvvetle muhtemel yine benim iyiliğim için oturduğumuz masanın diğer ucunda annem şikayet eder gibi “Dilin zehir gibi.” dedi. Neye ithafen söyledi bunu anımsayamıyorum ama ona güldüğümü anımsıyorum. Bakışlarından bu durumdan memnun olduğumu sandığını görebiliyordum. Oysa bu gülüş ona “ Benim dilim zehirse inan bana en çok bana çalışır anne.” Demekti. Ve ben ona bunu elbette hiçbir zaman söylemeyecektim. Ardından gelen cümleler şunlar olabilirdi çünkü: “ Başarısız olduğumda, sevilmediğimde kendimi dilimle dövmeyi çok iyi bilirim ben, anne. O hissin gözlerimden nasıl geçtiğini bile ezbere söyleyebilirim. Dilsiz de olsam sıkılı dudaklarımdan kendime neler söylediğimi anlayabilirim. Ben o zehri çok erken yaşlarda tattım. Bilirim her vazgeçişimde boğazımı nasıl yaktığını, her reddedilişimde nasıl soluksuz bıraktığını ve bilirim her yuttuğumda o zehri yattığım yatak bana diken olup gecemi ıstıraba çevirse de ertesi gün daha da yenilmez uyanacağımı. Sen zehri bilmezsin anneciğim ama zehri ilk dilime uzatanı benden de iyi tanırsın.” Haksızlığa uğramış hissettiğimde söylenecekler bir çığ gibi büyür içimde, dilim ağzımın içinde kıpırdanmaya başlar ve zihnimden geçen ilk cümle ufak bir kar tanesi olsa da öfkem harlandıkça birinin ruhuna bir çığ gibi kasvet çökertebilirim. O zaman bu kasvetin kendince bana yardım etmeye çalışan anneme hiçbir faydası olmayacağını bildiğim için gülmeyi tercih etmiştim. Bu bir vazgeçişti.
Tüm vazgeçişler bende içe dönüşler yaşattı. İçime döndüğümde canlı kalan her bir parçamla savaşmayı öğrendim. Kendimi yaralamayı, yaralarımı sarmadan devam edebilmeyi ve yeni yaraların eskisini unutturmasına izin vermeyi öğrendim. Yıllar sonra “zehirli dilimi” herkese karşı ehlileştirmeyi de becerdim. İstediğimde herkese şefkatli davranabildiğimi de gördüm. Bir tek kendime, yalnızca kendime şefkatli ve merhametli olamadım. Geri dönüp baktığımda bu durumun hazımsızlığımdan kaynaklandığını görebiliyorum. Bunu kabul etmek bende müthiş bir utanca sebebiyet verse de yenilgiyi hazmedememek ve inada bindirip daha da güçlü kalkabilmek için kendimi yaraladığımı itiraf edebiliyorum. Elime ne mi geçti? Hiçbir şey. Aksine daha da katlanılmaz oluyor tüm bunları bilmek. Girdisini çıktısını bilmeme rağmen hiçbir şey yapamıyor olmak. İçimde iki ben yaşatıyorum. Ben ve bana rağmen.