Çiçek, nerede olduğumu tahmin edebilir misin?
Hafif karanlığa çalan bir havada bulutların yansımasının düştüğü bir göl.
Ya da nehir olsun, bir yerlere aksın sürekli. Zaman gibi.
Benim zamanım, köşesinden kıyısından aksın dursun nehrin. Arada gürlesin, arada sakinlesin.
İlk heves ettiğim ve zamanla yerini alışkanlığa bırakan her şey adına hissettiğim gariplikler yine zamanın
içinde eriyor. Mesela ne zaman aşık olduğum bir şeyi görsem içimde hemen koşma isteği uyanır, hem onun
zamanının içine girmek hem de kendi zamanımdan koşarak uzaklaşmak isterdim, ama yeterince uzaklaşınca
neyden kaçtığımı da unuturdum. (hangi histen yani)
Çiçek, ama hava artık karardı. Eskiden belli belirsiz gördüğüm gölgelerin arkasından gitme cesareti
gösterirdim. Karanlık olunca nasıl gideyim? Sezgilerimin pusulasıyla mı?
Öyle ya, zaman hala akıyor ve ben de onun peşinden sürükleniyorum.
İçimde koşma isteği uyandıran her neyse bunu aslında kaçmam için yapıyor, biliyorum.
Kaçmak. Sürekli arkana ve ileriye dönüp dönüp bakmak.
Zamandan kaçarak onun esiri olmak.
A’n’a dışarıdan bakmaya çalışırken başkalarının zamanlarına girip kendinden uzaklaşmak.
Kendi anını kaçırmak, başka zamanların içinde hapsolmak.
Peki ikisi nasıl aynı şey olabilir? O kadarını bilemiyorum, çiçek.
Ben konuşurken bakıyorum ki hava aydınlanıyor.
Yine heyecanlandığım o anları hatırlıyorum.
Heyecanla hayalime dolan sarı filtreli, güneşli görüntüleri…
Hızlıca geçen film kareleri, daha anlam dünyama düşmemiş hisleri.
Heyecanlandığım anları hatırlamak içimi yaralıyor, dünyaya tekrardan gelip yeniden, yeniden yaşamayı
istiyorum.
Yeniden yürümeyi, yeniden annemin genç yüzüne bakmayı.
Öğrendiğim her şeyi yeniden öğrenmeyi.
Duyguları mesela, üzülmenin ve sevincin ne anlama geldiğini.
Annemi taklit ederek dünyaya bakmayı, sonra bu bakışları yıkmaya çalışmayı.
Başkaldırma hayallerini, sonra onlarla çatışan huzurlu yaşamın peşine atılmayı.
İdealin güzelliğini, sonra onun yok oluşunu izlemenin hayal kırıklığını.
İnatçılığı, sonra yapmamaya inat etmiş olduğun her ne varsa onları teker teker yapmayı.
Hayranlığı, aşkı, karşılaşmaları.
Soyut dünyanın kendine has yönünün keşfini, oraya dalıp dalıp gerçeğin gerçekçiliğinden uzaklaşmayı.
Ben böylece düşünürken çiçek, galiba kendi zamanıma geri kayıyorum.
Ben üşümek istiyorum çiçek. Soğuk bir rüzgar içime işlesin. Böylece herkes çıplak dolaşırken benim üstüme
kat kat giyindiğim yaz akşamları gelsin aklıma. Yürürken üşümek güzeldir, kaçılacak, hareket edilecek bir
yerler vardır üşürken.
Ama ben rüzgara karşı değil, rüzgarla yürümek istiyorum.
Görüyorum çiçek, hava aydınlanıyor yavaş yavaş.
Yüzümü istemsizce ışığa çeviriyorum, olduğum yerden aydınlığa doğru akıyorum.
Hayır, ışık değil, sonsuz maviler gözümü kamaştırıyor.
Neden gökyüzünü bu kadar sevdiğinizi şimdi daha iyi anlıyorum.
Her gün yeniden aynı maviliklere kavuşmayı, rüzgarı hissetmeyi, şekil şekil bulutları, çeşit çeşit kuşları
izlediğinizi ve canınızın hiç sıkılmadığını biliyorum.
Ben olduğum yerde duruyorum ve zaman yanımdan akıp giderken beni de ıslatıyor.
Ben karanlıkta çok kalmışım galiba çiçek, öyle ki siyahla maviyi aynı renk görüyormuşum.
Ama artık renkleri ayırt edebiliyor ve diğer tüm çiçekler gibi güneşe dönebiliyorum.
Zamanı kendi içime, en derindeki köklere kadar akıtabiliyorum.
Koşmuyorum, kaçmıyorum, korkmuyorum.
Islak köklerimle ve dik gövdemle, güneşe gülümsüyorum.
Teşekkür ederim çiçek.