“Sapaktan dönersek sanırım her şey daha iyi olur.”
“Hay hay genç bayım, nasıl isterseniz.”
“Genç bayım mı? ” Saye güldü.
“18. Yüzyılda siyasi toplantılara koşan bir Fransız’a benziyorsun. ” Nesim şaşırdı. Gözlerini kendi üzerinde gezdirdi. Üstündeki Kruvaze ceketi, ütülü pantolonu ve saatiyle gerçekten gereksiz bir resmiyette olduğu söylenebilirdi. Ama hayatı bugüne değin etkinliklerde, imzalarda, konferanslarda geçmiş ağır başlı bir yazarı farklı bir biçimde görmeyi bekleyemezdiniz. Bir süre sonra “günlük” ya da “rahat” kavramı kaybolan bu önemli insanların artık en basit gezintiler için bile gardoplarının ışıltıları arasında kaybolmaları olağandı. Saye belli ki yarattığı bu sessizlikten rahatsız olmuştu.
“Neden ana yoldan çıkardın bizi canım söylemeyecek misin?”
“Sen sürmeye devam et, biraz ileride bir göl olacak oraya gelince arabadan ineriz.”
“Daha önce buraya gelmiş miydin ki? ”
Şimdi gülme sırası Nesim’deydi.
“Vatanını seven bir Fransız’ın her karış toprağını adı gibi bilmesi gerekir Madam!”
Gülüştüler. 10 yılını arkasında bırakmış bir evliliğe göre mükemmel bir ilişkileri vardı. Saye Nesim’in yoğun kariyerine hiç karışmıyor, onunla yalnızca gurur duyuyordu. Onun kendine ait serbest ve eğlenceli bir yaşamı vardı. Çok iyi yönetebilmesine karşın stresten uzak durmayı tercih ediyordu. Onunla beraberseniz mental çöküşünüzden kolaylıkla sıyrılabilirdiniz. Bununla birlikte Unutmamalıyız ki bu dünyanın içine doğmuş canlılar olarak kusursuzluk bizim için yalnız bir hayaldir. Görülmemiştir ve görüleceğe de pek benzememektedir.
Göle birkaç metre uzaklıkta arabadan indiler. Nesim içinde bulunduğu vaziyeti hiç önemsemeden ağaçların gölgesinde bulduğu güzel bir çalılığa boylu boyuna uzandı. Saye onun bu tezatlığını beğenmemiş olduğunu kesin gösterecek bir biçimde yanına usulca oturdu. Nesim gözlerine doğrudan bıkkınlıkla baktı.
“Ah, yine her zamanki tartışmaya başlayacağız değil mi?” Saye umarsızca cevap verdi.
“Sadece kendini bu kadar ciddi tanıtan, kameralar ve hayranları karşısında 60’lar TRT spikerleri gibi davranan bir adamın ruhunun 9 yaşında olması bana çok saçma geliyor. Başka hiçbir şey yok.”
“Sana bunu daha önce de açıklamıştım.”
“Ve ben de ikna olmamıştım. ”
“Ve sen de ikna olmamıştın. ”
“Hadi bu sefer daha farklı bir yaklaşımla gel bana. Belki bir sonuç bulabiliriz.
“Yoruldum ama. ”
“Israr ediyorum. ”
“Ne demeliyim ki? Öncelikle bunun bir saygınlık meselesi olduğunu anlaman gerekiyor. Bazen ne kadar konuşursam konuşayım sırf bunu anlamak istemediğin için diğer her şey boşa gidiyor. Bazı insanların doğuştan beraberinde taşıdığı fiziksel özellikleri var ya da nasıl söyleyeyim, olgunlaştıkları çevre ile de ilişkili olarak oturmuş, sağlam bir karakterleri var. Böyle olduğu zaman da başka hiçbir şey yapmalarına gerek kalmıyor, sokakta öylece yürürken bile hak ettikleri saygıyı o bakışları kırpışan gözlerde buluyorlar. Ama durum benim için böyle değil. Ben belki fazlaca yumuşatılmış, sakin bir ortamda büyüdüm. Küçükken hiç riskli bir anım olmadı. Usluydum, sessizdim ve tüm çocukların da böyle olması gerektiğine inanıyorum. Hatta, hatta yüzüme bile yansımıştı o yumuşaklık. İtilip kakılacak, eğlenilecek bir konuma düşmüştüm. Söz söylediğimi sandığımda bile her şey uçup gidiyordu. Bir soytarının bedenine hapis düştüğümü hissettiğim anlarda insanlara lanet ederek dış dünyaya kapandım. Herkes çok ciddiyetsizdi üstelik buna rağmen gülünç buldukları kişi de bendim! İşte bu yüzden kendime gerçek dışı bir kişilik yarattım, bu yüzden eksikliğini hissettiğim saygıyı zorla gökten indirmeye çalıştım. Ama sen başkasın canım, senin yanında sefil oyunlarla kendimi tüketmeme hiç gerek yok. Senin bana dair hislerini kolaylıkla seziyorum. İçleri saf huzurla dolu.”
“Hayır, hayır çok yanlış bunların hepsi. İnsanların neden sana saygı duymadığını düşünüyorsun ki? O kadar okurun var, yazdıklarını severek takip edenler veya da bunların hepsinden bağımsız olarak seni seven onca insan var. Bu kadar sevgi saygının olmadığı yerde barınabilir mi? Senin nasıl görünmek istediğinle insanların seni nasıl gördüğü her zaman örtüşmeyebilir. Ama bu saygı duymak ya da saygınlıktan bambaşka bir şey. Senin konferanslara, takım elbiselere, ciddi söylevlere ihtiyacın yok hayatım. Sen benim gördüğümsün, boyadan uzak ve samimi. ”
Nesim uzun uzun gölün öteki tarafına baktı. Daha önce hiçbir tartışmaları onu böyle etkilememişti. Saye gerçek bir peygamberdi, kurduğu her cümle ile zihninin farklı kapılarını yokluyor, arkasında saadetin olduğunuysa bütün gücüyle işaret ediyordu. Ah, ondan nasıl da sevgi görmüştü! Onca yıl bazı kötü zamanlarına rağmen uzun bir gecenin kısacık masalıydı, defalarca ateş başında dinleyebilirdi.
“Neyse ne, artık bunu konuşmasak olmaz mı?”
“Öyle mi dersiniz genç bayım? Sizin konuşacak çok daha güzel konularınız vardır herhalde?”
“Elbette, gölün şu karşı tarafındaki salkım söğütleri görüyor musun?”
“Evet.”
“Hadi sana çağrıştırdıkları ilk şeyi söyle bana.”
“Hmm, bilemiyorum ki.. Aklıma ilk Nazım Hikmet geliyor.”
“Bingo. ”
“Ne oldu ki? ”
“Bir yere varmaya çalışıyorum bekle, şimdi bir soruyu daha cevaplamalısın: Sence bir yazar ne zaman doğar?”
“Bu soruya yüzlerce farklı cevap verilebilir.”
“Ama benim nezdimde yalnız senin cevabın değerli.”
“Öyleyse düşeneyim(..) O evet, bence bir yazar yazmaktan başka bir kurtuluşu kalmadığı zaman doğar. Yani yazmak hayatta kalmak için en önemli savaş haline geldiğinde yeni yazarlar kalemlerinin arkalarından çıkarak önümüzdeki büyük şova katılırlar diye düşünüyorum. ” Nesim farklı fikirleri olmasa bu cevaba bayılırdı. Ama o an için bambaşka bulutların üzerindeydi.
“Biraz yaklaştın, fakat ben daha farklı bir şey söyleyeceğim. Saye şimdi lütfen beni çok dikkatli dinle, sana ruhumu etkisi altına alan histen bahsedeceğim. Daha önce hiç tadılmamış bir tropikal meyve bu, ilk ısırdığımda dahi kolaylıkla anlamıştım. Ya da hiç duymadığın bir ezgi sana ait derinlerde bir şeyleri enstrüman olarak kullanıyor desem inanır mısın? Anlatamıyorum, benden mi yoksa ondan dolayı mı bilmiyorum da. Ama bu his içime biraz önce doğduğunda değişimi gördüm. Sanki çevremdeki karmaşık bütün mekanizmaları dikkatli bir bakışta çözebilecek hale gelmiştim,
doğanın işleyişine dair gerçekleri anlatmam için kelimelere ihtiyacım yoktu, özümsemiştim, hepsini bir şekilde biliyordum işte. Rüzgarın neden estiği kalbimin çarpıntısında saklıydı, veya nasıl gök gürlediği..
“Niye gölge oluştuğu..”
“Evet evet, bunların hepsi benim bir parçamdı artık. Söylenmesine hiç gerek yoktu. Aynı şekilde bir yazarın nasıl doğduğu da bütün basitliğiyle önümde duruyor şimdi. Bak, sana kesinlikle söyleyebilirim ki bir yazar dünyayı saf kendi gözleriyle görmeye başladığı anda doğar. İşte orada duruyor salkım söğütler.maalesef ki şu an bize ne söylemekte olurlarsa olsun biz onları hep aynı dizelerle anıyoruz. Aynı şiire koşup yalnızca o ana mahsus bir duygudan veya da bir durumdan onlara ulaşmaya çalışıyoruz okurlar olarak. Ama bu bir yazar için intihaldir, ölümdür kısaca. O yüzden sahici bir yazarın her şeyi kendi gözleriyle görüp sayfalara dökmesi gerekir. Ve artık ben de, bu gölün kenarına geldiğimizden kısa bir süre sonradan beri kendimi gerçek bir yazar olarak tanımlayabiliyorum.çünkü ben salkım söğütlerin yorgunluğunu görüyorum, sözgelimi zamanla bir ilk oluşan ağaç sayıyorum onu. Gördükleriyle yorulmuş, çok yorulmuş ve başını azar azar aşağı vermiş gibi. Belki bütün tecrübeleri sayesinde de uzanılması gereken ilk ve en önemli dostların su olduğunu, toprak olduğunu anlamıştır. Veya da bunların hepsi ilk özüne dönme yolunda sonuçsuz kalacak uğraşların bir parçasıdır. Toprağa bakarak büyüyen bir ağaç olmak…
Demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Artık Nazım’ın ya da ötekilerin etkisi altında değilim. Artık kendi başına güçlü bir özne olarak kendimi tüm meraklı gözlere ispat edebileceğim. Bugün ben bir yazar olarak doğdum, bugün benim doğum günüm. ”
Saye’nin gözlerinde merhametten başka hiçbir şey yoktu. Gözleri merhametle dolmuş, Nesim’in kucağına, vücuduna ve söylediklerine bir bir damlıyordu.
“Seni çok seviyorum özgür Avrupalı.”
“Ben de seni Madam, ben de seni. ”
Çalıların hışırtısı akşamın bitişini işaret ediyordu.