Beni bu hayatta iyi kötü canlı hissettiren tek şey bu bucaksız deniz. Dişlerimi döken, gözlerimi kan çanağına çeviren karşılığında bana bu temiz havayı bahşeden bu deniz, benim hayatımı oluşturuyor. Yıllarını bir geminin içinde savrularak geçirirsen; karada geçirdiğin her an senin için bir kabusa dönüşür. Ben ve benim gibileri dışarıda pek göremezsin belki liman kenarında yaşıyorsan karşılaşmış olabilirsin. Hepimiz toprağa adım attığımız andan itibaren bir ölüden farksızız. Anlatacak ilgi çekici anılara sahip değiliz, gizleyemediğimiz çürümüş vücudumuz ve üzerimize yapışan tuzlu su kokusu yüzünden etrafımızdan geçen insanlar bizden koşarcasına uzaklaşır, bar sahipleri bize servis yapmak istemez. Kimimiz bu gerçek ile yüzleşmekten kaçınmaya çalışır. Ardından o kadar sert darbe alır ki kaderine razı olur. Ben de bir dönem senin ve arkadaşlarının arasına karışmaya çalıştım; senin gibi eğlenebileceğime hatta görünebileceğime gençken gerçekten inanıyordum. O günleri eşelediğimde sadece aklıma bana takılan lakapları bulabiliyorum. Hortlak, ucube, şarlatan” ve daha niceleri…  Ben ve benim gibiler hayata doğarak başlamaz. Çünkü yaşadığım yerde eğer denize açılacak cesaretin yoksa hayatta olmanın da bir anlamı yoktur. Üzerimdeki et ve kemik beni ben yapan şeyler değil. Kendimi gerçekleştirmek için acil mürettebat arayan bir gemi ile yola çıkmalı, on rüzgâr ve dalgalar yardım ederse en az sekiz ay denizde olmalı, mürettebata paylaştırılan yemek artıklarıyla karışık kusmuktırak şeyleri yemeliyim. Gemideyken bir yandan sonra günler ve saatler birbirine geçer. Çoğu zaman kaç saattir, kaç gündür ayakta olduğumu hatırlamam bile ama saatim beni asla yanıltmaz. Saatim bana “Haydi eski püskü, ıslak ve yamalı giysilerini giyip çalışmaya başla.” der. Ben de saatimin emrine uyup güverteye çıkarım. Emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.  Kürek çekmemiz söylendiğinde ise, hızlıca aşağıya koşarız. Belki de binlerce kez karşılaşmamıza rağmen ani fırtınalar asla sağlıklı bir şekilde yönetilemez. Bu rüzgarlar bir gün beni herkesin bildiği “canlı” hayattan savurup beni gecenin kardeşi denizin dibine atacak. Herkesin yerine yerleşip kürekleri tutmasını izliyorum. İnsanların yaratmış olduğu “acele” kavramı kendini sessizliğe bırakıyor. Sessizlik yavaşça boynumuzda solumaya, kirli ceketlerimizin içini önce soğukla, ardından suyla doldurmaya, göğüs kafesimize oturup öksürük olmaya başlıyor. Ona eşlik eden “haydi çek!” sesleriyle tamamen kayboluyor. Dalga ve rüzgârın etkisiyle buradaki aydınlık tamamen yok olacak. Elimdeki kürek, mürettebat git gide daha da siyahlaşacak. Öyle siyah bir hal alacak ki karanlığın bile ötesine geçecek. Bilinen yaşanmış bütün huzursuzluklarımız en gerçek halini alacak.

Arkadaşlarım karanlığın gözümüzden daha derine işlemesini geciktirmek için şakalaşıyorlar. Oysa hepsinin her denize açıldığında, her fırtınada korktuklarını biliyorum. Bizim için çalışmak ölümle, kazayla kola kol yürümek kadar doğal. Fakat bizi korkutan ölüm değil, ondan sonra yaşanacaklar, bir denizcinin mezarı olmaz, cesedi çürümeye başladığında onu denize atmak zorunda kalırız. Yeniler hariç ardından ağlayan, ağıt yakan bile olmaz. Hayatımıza kaldığı yerden devam ederiz. Dalga gemimize son tokatlarını atarak bizi olmamız gerektiği yere götürdü. Sanılanın aksine rotadan sapmamak için fırtınada kürek çekmeyiz. Çabamız tamamen alabora olmamak üzerinedir. Deniz tamamen durulunca, tekrar güverteye çıktım. Geminin kıçından, deniz dipsiz bir kuyu gibi gözüküyor. Eğer ayaklarım böyle yere basmasaydı, kendimin bir gemide değil, denizin dibinde olduğumu hayal ederdim. Geminin diğer ucunda en yakın oda da aletlerimiz mevcut. Bir kısmımız fırtınanın etkisinden daha kurtulamadı. Kurtulanlar olarak odaya gidip bezlerimizi ve sopalarımızı alıyoruz. Dünyadan bu kadar uzak, aynı zamanda dünyanın büyük bir kısmını dolaşmak çok garip. Artık burada soluduğumuz şey havadan ibaret değil. Burnumu her çektiğimde ciğerlerimdeki tuz ile karışan deniz kokusu beni daha çok rahatsız ediyor. Bu koku bana hep sidik kokusundan farksız gelmiştir. Hem acı hem ekşi olan  hava ciğerlerimiz üstünde gümüş bir nişan gibi duruyor. Eğer şanslıysak, güvertede temizlenecek tek şey kumdur. Eğer şanslı değilsek, bütün güverte balık bağırsağı ve yosun ile dolmuştur. Onları tahtadan kazımak o kadar zordur ki, bir yandan sonra ellerin yavaşça kanamaya ve parçalanmaya başlar. Ellerin parçalandıkça daha hızlı kazımaya başlarsın, fakat o yosun orada durmaya devam eder. Bir yandan sonra daha öfkeyle, daha sert kazımaya başlarsın bu aşamadan sonra ellerinin acısını fark etmezsin bile. Bu yüzden temizlik yaparken sinir krizi geçirenlere çok şahit oluruz. Bu öfke dışarı çıkıp, elini salladığında o kişinin hemen etrafında toplanırız. Parçalanan ellerini sıkıca sarar, ağlamasının dinmesini bekleriz. Tüm gün sidik soluyan, çöpten çıkartılmış yemekleri yiyen, ölüm kokan insanların güvertenin temizliğine neden bu kadar önem verdiğini asla anlamadım. Bu benim işim değil, daha önceden yazdığım gibi emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.

 

Kıç kasarayı kabaca temizledikten, sonra çömelip zemine yapışan artıkları inceledim. Gördüklerim beni şaşkına çevirdi, denizlerde görebileceğim her şeyi gördüğümü düşünürdüm. Fakat bu siyah yosunumsular ile ilk defa karşılaşıyorum. Burada benimle beraber dört kişi çalışacak. Herkes birbirine bakıp onayladıktan sonra zemini kazımaya başlıyoruz. Bu şeyler hem yumuşak hem sert. İlk hamlemde önümde sert bir şey olduğunu düşündüm, ikinci vuruşumda ise paramparça oldular. Zaman geçtikçe etraftaki nefes ve hışırtı sesleri ile ritim tutmaya başlıyorsun. Çalışmaya devam ettikçe koku yayılıyor, soluduğum şey kesinlikle bahsettiğim sidik kokusundan farklı ve ne yazık ki daha rahatsız edici. Daha ağır ve gittikçe daha da ağırlaşan görünmez bir ağırlık. Evet bu beni işimden alıkoymuyor ama sanki bu şey beni her seferinde boğarak öldürmeye çalışıyor gibi hissediyorum. Ben bu denizin içinde olmama rağmen her an avlanabilecek küçük bir hayvanım. Her darbemde bir nefes alıyorum bir korku dışarı veriyorum. Bir sonraki nefesim diğerinin var olmama korkusuyla ciğerlerimin arkasına sığınıyor. İçerideki bu kokunun bir rengi olsaydı herhalde kömürden bile siyah olurdu. Bedenimde dolaşılacak yer bırakmayan bu siyah koku beni takip etmeyi ne zaman bırakacak onu da bilmiyorum. Etrafımda dört bir yana dağılmış üş kişinin her vuruşunu duyuyorum. Darbeleri zemine değil doğrudan göğüs kafesime vurarak içimdeki ölüm korkusunu çınlatıyor. Bu baskı hepsinden daha kötü. Bedenimden çıkmaya çalışan iğrenç sesi susturup çalışmaya devam etmeliyim.

 

Çalışmaya başlamamızın üzerinden tam olarak yarım saat geçti. Sanırım herkes on adımlık yer temizlemiştir. Gözlerim yorgunluktan kapanıp açılmaya başladı. Durup etrafıma baktığımda, diğerlerinin durumunun en az benim kadar kötü olduğunu gördüm. Böyle yerlerde düzenli olarak etrafını kontrol etmek zorundasın. Deliren bir insan kendisinin delirdiğinin farkında olmaz. Eğer çevrendekiler senin gibi ise işine devam edebilirsin. Saatlerce kafa derisine işleyen güneş burada çok fazla insanın delirmesine sebep olur. Delirenlere, cesetlerle yaptığımızın aynısını yaparız. Kokmaya, delilikleri yayılmaya başladığında onları denize fırlatırız. Eğer burada hayatta kalmak istiyorsan olağandışı her şeyin denizin dibini boylamasını sağlamalısın. Çok susadım, ceketimden mataramı çıkarttığımda güverteden bir patlama sesi duyuluyor. Büyükçe bir gümbürtü bu, sallanışımızda bir o kadar büyük ve hissedilir. Birkaç saniyeden uzun sürmeyen bu ses ve sarsıntı herkesin var gücüyle önüne gelen ilk şeye sarılmasına yetiyor. Sanki yelken direğini bıraktığım an bu gemi paramparça olacak. Nefes bile almadan havayı dinliyoruz, daha doğrusu ses duymayı ya da birisinin bize ne olduğunu anlatmasını bekliyoruz. Gözetleme direğinden inen kişi bize gelmeye başladı. İkisi de nefes almadan öksürüp bir yandan da konuşmaya çalışıyorlar. Daha yaşlı olan kendine gelip soluklandıktan sonra ” Yaratık bu geminin peşinde gözlerini gördüm. Bu gemiyi parçalayana kadar peşimizi bırakmayacak. ” Yaşlı adam konuştukça daha çok rahatlamaya başladım. Bir seferde en fazla iki kişinin sıyırdığına şahit oldum. Çok geçmeden birisini bulmuştuk ve ben hala oldukça normaldim. Bu demek oluyor ki denize en azından delirdiğim için atılmayacağım. Etrafındaki insanların acıyan gözlerle baktığı yaşlı adam, bir süre daha bağırmaya devam etti. Ne yazık ki, “yaratık” hikayesine başka inanan olmadı. Herkes çalışması gereken yere döndü ve işine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kendi alanımı bitirdim ve ardından denizi izlemeye başladım. İlk seferlerimden beri benim için rutinleşen bu eylem artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Denizlerde görülmesi gereken her şeyi gördüm ve senin aksine bunun huzur getirdiğini düşünmüyorum. Güverte tarafından geçen ki patlamamadan çok daha şiddetli bir ses duyuldu. Ne olduğuna bakmak için arkamı döndüğüm an ayaklarım yerden kesildi.

 

Öksürerek uyandım. Her öksürdüğümde boğazıma damağıma gelen tahta tadından kurtulmak için defalarca tükürdüm, göğsüme batan kıymıkları temizlemeye çalıştım. Ardından etrafıma bakındım ama her yer zifiri karanlıktı. Yoksa bakmamış mıydım? Kör olma korkusu kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına sebep oluyor. Göz kapaklarımı hissediyordum. Onları kırpıştırabiliyordum, bunu becerebildiğime göre kör olmuş olamazdım. Sakin olmalıyım, kollarımı ve ellerimi hissedebiliyorum. Belden aşağımı hareket ettirebiliyorum ama yerden kalkamıyordum. Sol elimdeki ıslaklığı fark edince, olanların farkına vardım. Tüm gün boyunca temizlemeye çalıştığım tahtada mahsur kaldım. Elimi kurtarmaya çalıştım, diğer elimden ve bütün vücudumdan yardım aldım, ancak hiçbir şey olmadı. Ardından etrafımdaki sesleri duymaya başladım. Yaşlı adam çok uzağımda değildi, ellerini bacakların arasına aldığını görebiliyordum ve hüngür hüngür ağlıyordu. Etrafta büyük bir adamın ağlaması durum fark etmeksizin insanı ümitsizliğe düşürür. Çok geçmeden birisi avazı çıktığı kadar bağırıp üstünde durduğu tahtaya vurmaya başladı. Hıncından tüm gücüyle tahtaya vuruyordu, koca bir hiç olduğunu ve bu çaresizliği bilerek var gücüyle tahtayı dövüyordu. Daha önceden bahsettiğim gibi burada insanların sinir krizine girdiğine çok şahit oluruz fakat bu sefer kimse ona durmasını bağırmadı. Bir yandan sonra ağlama ve yumruk sesleri çoğalmaya başladı. Herkes bunun yolun sonu olduğunu biliyor. Bense hala elimi kurtarmaya çalışıyordum. Aniden bir sallantı daha oldu, ne olduğunu anlamaya çalışırken deniz bir kez daha sallanmaya başladı. Bunun sebebini insanların denize okuduğu belalar olduğunu anladım. Ardından son bir sallantı daha oldu. Akıntının beni çekmeye başladığını fark ettim. Deniz bizi tamamen silmekte kararlıydı. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklersem, belki de bir çözüm yolu üretebilirdim. Elbet denizde öleceğimi biliyordum fakat bu şekilde ölmek istemiyorum. Etrafa kaçak bakışlar atmak yerine gözlerimi kırpmadan olanları izledim. Arkadaşlarımın çığlıklarını ve girdabın içinde döndüklerine şahit oldum. Ceplerimi kontrol etmeye başladım, tek elimle etrafımda olan şeyleri aramaya başladım. Ardından, elime bir şey çarptı, çarptığı gibi onu yakaladım. Bu kürek sapı o an için beni o kadar mutlu etmişti ki kurtulmuşum gibi hissettim. Elimle her tarafını kontrol ettim ve sapa sağlamdı. Artık ne yapmam gerektiğini biliyordum. Elimi o tahtadan ayırıp girdabın tam tersine yol almaya çalışmalı tek şansımı değerlendirmeliydim.

 

Üzerimde artık biz bez parçasından farkı kalmayan ceketime asıldım ve bir parçasını koparıp ağzıma tıkmaya çalıştım. Hiçbir işe yaramadı, eğer kurtulmak istiyorsam çığlıklarımı irademin altına gömmeliydim. Evet kesinlikle başka bir çözüm yolu yok. Fazla düşünürsem bunu yapamayacağımı biliyorum. Düşünmemeliyim, hayatım boyunca yaptığım gibi emirleri uygulamalıyım. Küreği avcumun arasına aldım, iyiye sıktım. Bunu başarabileceksem birkaç darbede yapmalıydım eğer fazla acı çekersem bayılabilir, kan kaybından ölebilirdim. Akıntının yavaşladığını hissedebiliyorum, hâlâ kurtarabilirim. Daha önce gemide sakat görmüştüm, elbet benim gibi tecrübeli bir denizciyi tayfasında isteyecek bir kaptan vardır. Son kez ne yaptığımı düşündükten sonra tüm kuvvetimle sol bileğimin altına küreği vurdum. Ardından bütün vücudum acıyla titredi. Haykırışlarımın boğazımı parçalama şansı oldukça yüksek. Daha önceden gemide çalışan bir dilsiz ile de karşılaşmıştım. Gözümden yaşlar istemsizce akmaya, vücudum aldığım kararı kabullenmeye başladı. O da neye ihtiyacım olduğunu ve ne olduğunu biliyor. Bunu hiç uzatmamalıydım. Tekrar küreği elimde aldıktan sonra bilek üstüne vurmaya başladım. Acılar birbiri arkasına dizilip çığlık olarak çıkmaya devam ediyordu. Elim titremeye başlamışken kemik sesini duymaya başladım. Artık bayılacak gibiydim. Son bir kez bağırıp kuvvetli bir darbeyle bu sesi bastırdım. Elimdeki ıslaklığı artık hissetmiyordum ama kolumu rahatça hareket ettirebiliyordum. Başarmıştım. Canım o kadar acıyordu ki kaşlarım oynamaya, tüylerim dikilmeye ve irkilmeye başladım. Vücudum tanımını bilmediği bu şeye nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Bacaklarımı denize doğru sürdüm ve çırpmaya başladım. Başarım artık tescillenmişti. Diğer elimle ufak kulaçlar atıyordum, arkama baktığımda girdaptan uzaklaşmaya başladığımı fark ettim. Tek problem gözlerimin açık tutmamamdı. Bedenim ne istediğini biliyor, ben ne istediğimi biliyorum. Birazcık dinlensem bir problem olmayacağını düşündüm ve gözlerimi yumdum.

 

Gözlerimi açtığımda kendimi derme çatma tahtadan yapılma bir odanın içinde buldum. Koku tanıdıktı. Kirli bir yatağın içindeydim, yataktaki sırtıma batan tahta parçalarını hissedebiliyordum. Hemen elim aklıma geldi ve üzerimdeki yorganı çekerek elime baktım. Elim yerli yerindeydi. Herhalde ölmüş olmalıydım. Etrafıma göz gezdirdim. Odadaki her şey sanki kırık tahtalardan oluşturulmuştu. Tanıdık kokunun ne olduğunu anlamam uzun sürmedi. Tahtalar siyah yosunumsular ile bağlıydı. Ölünce ya ışıkların tamamen kapanacağını ya da bembeyaz bir yerde olacağımı düşünürdüm. Masa, tabure yatak hepsi tahtadan yapılmıştı. Odanın kapısını fark ettiğimde beni neyin beklediğini düşünmeye başladım. Burası tanrının beni tayfasına almak için görüşeceği kutsal bir yer mi yoksa bir sahil kasabasında mıyım bilmiyorum. Burası bir evse zemini döşemek yerine sadece neden kuma ayak basmayı tercih etmişler? Kapıyı açtım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Etrafta gezmeye başladıktan sonra beni içeriye kimin aldığını ve buranın neresi olduğunu anlamak için seslendim. Ses gelmeyince yattığım yerin sol tarafındaki odayı fark ettim ve kapısını açtım. Kapıdan içeriye daldığımda üç kişinin masanın etrafında oturarak yemek yemekte olduğunu gördüm. “Merhaba!” dedim bana yüzünü dönen üç insanın yüzlerini görünce dehşete uğradım. Her birinin tenleri mosmor ve iltihap doluydu, bazı iltihap yuvalarının içinde zıplayan böcekleri buradan görebiliyordum. Yüzleri insan olmaları için çok farklıydı, buruşmuş yüzlerinin ortasındaki burunları tamamen soyulmuş ve burun delikleri anahtar deliklerinden farksızdı. Vücutlarının bazı yerleri yosun tutmuştu. Bütün damarları bedenlerinin üstüne çıkmıştı, pislik dolu çürümüş tırnakları her parmak hareketlerinde birbirine çarpıyor ,katlanılmaz bir hışırtıya sebep oluyordu. Karşılaştığım manzara midemin kasılmasına, başımın dönmesini sağladı. Titremeye başladım yine bayılıyordum.

Bilincim yerine geldiğinde artık her şeyin bitmesini diledim. Cesedimin asla bulunmaması veya bir gemide çalışmak artık umurumda değildi. Artık görmem gereken bir şey, yaşamam gereken bir an kalmadı. Gözlerimi açmak için cesaretimi topladım. Açtığımda korkudan haykırmaya başladım. İçlerinden birisi konuşmaya başladı. “Korkma, bizde insanız sadece senden daha uzun süredir buradayız. ” “Çünkü buraya geldiysen ayrılma şansın yok” diyerek sağındaki onu tamamladı. “Burada o kadar uzun zamandır yaşıyoruz ki artık zamanın bir önemi yok. ” dedi daha önce konuşmamış olan. Birbirlerinin sözlerini tamamlıyorlardı. “Neresi burası siz kimsiniz? ”

“Burası denizin dibi, denizin ta kendisi. Deniz bizi burada olmamızı istediği için bizi buraya getirdi. Hepimiz bir zamanlar senin gibi denizin üstündeydik. Bir yaratık gemilerimizi yok etti ve bizi buraya attı. Nerede olduğumuzu bilmiyoruz, zaman zaman burası yer değiştirir ve odalarımızdaki eşyalar kaybolur. Arka odaya biriken tahtalar ile yenilerini yaparız. Eğer şansımız yaver giderse yatakta çıkar. Burada istesen de ölemezsin, sen veya bizden birisi sana zarar veremez. Fakat her zaman kendini aç hissedersin. Arka odaya bazen balıklar gelir, yoksa eşyalarımızı yapmamızı sağlayan siyah bitkileri yeriz. Onların asla sonu gelmez. Deniz bize sonsuza kadar var olmamız için bir şans verdi. Bu şansı en iyi şekilde kullanmaya çalışıyoruz. ”

“Anlamadım. Çiğ balık ve yosun yiyerek karınızı doyuruyorsunuz ve bunun bir ödül olduğunu mu düşünüyorsunuz? Dediklerinizin hiçbirine inanmıyorum, eğer inansaydım bunun bir lanet olduğunu kavramam uzun sürmezdi. ”

 

“Haklısın, burada karnını doyurmanın lezzetli yolları yok. İstersen kendini öldürmeye çalışıp dediklerimizin gerçekliğini görebilirsin. Hepimiz hayatımız boyunca denizde olmak istemiştik. Sonsuza kadar burada bulunmak istedik ve deniz dileğimizi gerçekleştirdi.”

Korkuyordum. Acaba buradan kaçabilir…

“Buradan kaçamazsın. Buranın bir çıkışı, bir girişi, hatta bir penceresi yok. Duvarları kırmayı deneyebilirsin, biz bunu denediğimiz zaman başarılı olamadık. Deniz isterse seni arka odaya atar. ” Bir şeyler denemeliydim. Arka oda dediği yerde kesinlikle çıkış yolu olmalıydı. “Beni arka odaya götürün dedim. ” Buradan çıkabilirdim, kesinlikle bir yolunu bulmalıydım. Açıkçası gizleyemediğim korkumu umursamıyorlardı. Dışarı çıkmak ve tekrar denize açılmak istiyordum. Üç ucube birbirlerine biraz bakındıktan sonra beni arka odaya götürdü. Kaldığım odadan daha büyük bir odaydı burası. Duvara dayalı olan kürek sapımı gördüm ve onu elime aldım. Üç hortlak beni izliyordu. Ortadaki, “Eğer işini hızlı bitirirsen sana kendi hakkımdan biraz balık verebilirim.” dedi ve odadan ayrıldılar. Elime kürek sapını aldım ve tüm gücümle duvara vurmaya başladım. Duvara çizik bile atamıyordum. Ardından iyileşsen elimle de sapı tutmaya başladım. Tekrar, tekrar tekrar ve tekrar toprağa vurdum. Artık neyin doğru olduğunu biliyordum. Ağzımdan istemsizce bir kahkaha çıktı, gözyaşlarımın dökülmeye başladı. Bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Ceplerimi kontrol ettiğimde saatimi buldum ve kürek sapıyla onu paramparça ettim. Olmam gerektiği yerde, olmam gerektiği insanlarlaydım. Deniz dualarıma karşılık vermişti. Odadan çıktım ve yanlarına yürümeye başladım. Ne yapmam gerektiğini biliyorum. Ne yapmam ve nasıl yapmam gerektiğini artık biliyorum.

 

-Tunay Demir