Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
(Edip Cansever)
Neden ölmeyi bu kadar arzuladığını düşündü yataktan kalktığı o sabah. Neden ölmek? Bir nedeni olmalıydı bu isteğin, ama yoktu, hiçbir elle tutulabilir nedeni yoktu. Her bir his gibi bu da gelip bedeninde yer işgal edip gidecekti. Gidecek miydi? Yoksa bu da o bilmediği günlerden biri miydi? Akıllı telefon kullandığından beri doğru dürüst saatle de tarihle de arası iyi değildi. Kahvaltı bile yapmadan baş ucunda duran kitaplarından birini rast gele açtı. Bedeninde dalgalanıp duran hisler geçmeliydi. Başka bir şeye dönüşmeliydi. Ve bir an evvel dönüşmeliydi. Hayır, hayır kendini öldürmeyecekti. O sadece bekliyordu. Yıllardır, içindeki boşluğa düştükçe bir uykuya dalar gibi bekliyordu, eğer ölüm bir uykuysa. Kitapta daha önce kaldığı yere takıldı. Belki de beş kez aynı cümleyi zihnini uyandırana kadar okudu. Birinci okuyuşunda dudaklarıydı sadece okuma ediminde olan. İkincide gözleri de eklendi. Üçüncü de burnu. (Evet burun da okurdu bir kokunun izinden). Dördüncüde hem dudakları hem gözleri hem burnu okudular. Bu kez en azından cümlenin yarısını anlayacak kadar uyandı zihni. Ve beşincide -belki de uyandığını sandığı az önceden evvel gördüğü rüyayı kaydetmekle meşgul olan zihni- uyandı ve okudu. Su bulunduğu ortamı kaydediyordu. Birden irkildi. Bu araştırmayı daha önce de okumuştu. Su üzerine çalışmalar yapan birçok bilim insanı vardı. Suya farklı müzik türleri dinletenler, farklı kaplara koyup saklayarak onu ayrıştıranlar, buharlaştıranlar ve nicesi. Neden ölmeyi bu kadar arzuladığını düşündü yataktan kalktığı o sabah. Ve sudan bir sebeple uyandığı o günün tarihine baktı. Bugün o gündü.
Suyun bulunduğu ortamı kaydettiği gibi bedeni de o günü kaydetmişti kendine. Belki de su çekiyordu, toprak değil. Doğruldu. Beden Kayıt Tutar değildi kast ettiği. Yine aynı şey olmuştu. Bedeninin bir zaman algısı vardı. Bu zaman algısı onu etkileyen geçmişteki olayları milat olarak kabul ediyordu ve o günden itibaren her bir milat için kendine has bir sayacı vardı. Yıl dönümleri geldiğinde ayrı ayrı tepkiler vermeye başlıyordu zihinden ve özne dediğimiz neyse ondan bağımsız. Evet, bugün o gündü. Yanılmıyordu. Bedeni yine onu yanıltmıyordu. Bazen sebepsiz yere bir hüzün kaplar içimizi, bazen bir acı, bazen nedenini bilmediğimiz bir ağrı duyarız mesela bir yerlerde, fizyolojik hiçbir açıklaması yoktur. Psikolojik derler geçerler. İşte o günlerde eğer takvime bakmayı unuttuysanız, açın bakın takvime. Bedeniniz size hatırlatıyor o gün ne hissettiğinizi. Bu ister mutluluk olsun ister aşk ister hüzün. Belki geçmişte o gün çok tutkulu bir şekilde seviştiğiniz bir öteki bedenle ve bedeninizi koşulsuz teslim ettiniz. Açıldıkça açıldı bedeninizi birbiri ardına kapanan kapılara inat. Ya da o gün hiç beklemediğiniz bir anda tokat gibi çarptı yüzünüze ayrılık. Hatta var olan biri bir anda yok oldu ve acısını kaydetti bedeniniz. Ve belki de bir su birikintisinin şeffaflığında kulağınızda sizden başka kimsenin duyamayacağı bir müzikle dans ettiniz yarı belinize kadar çıplak. Kim bilir? Ama bedeniniz biliyor. Kaydeden yalnızca kiramen katibin değil. Ya da bir tek her şeyi gören “O”!
Bedenin bir zaman algısı var. Zaman algısı var bedenin. Kalemden ve kâğıttan bağımsız. Siz günün ne olduğunu ve saatin kaç olduğunu unutmuşken o sancıyarak ya da coşarak gösteriyor tepkisini. Duy beni diyor. Duy beni ve anla. Hatırla! Kayda aldığım o günü hatırla. Sebepsiz bir mutluluk dolsun karnına ya da bir el sımsıkı sıksın göğsünü. Ama sen hatırla. Ve yaşa. O duyguyu sonuna kadar yaşa. Unutma sen denedin. Kendi ellerinle kendi canına kıymayı. Ve kendi ellerinle kendi bedenini teslim ettin bir başka bedenin varlığına. Okuduğun tüm kitaplardan yazdığın tüm öykülerden bağımsız kaydetti onu bedenin. Bak işte uyanamıyor uyandığı bir günün sabahından. Çağırdıkça saklanıyor seni yataktan kaldırmak için olması gereken kuvvet. Kitap mı okuyordun? Bir su yazıyordu cümlelerde… Su, bulunduğu ortamı kaydeder. Beden de sudan müteşekkil bir varlık. Ortam değil sadece kaydettiği onun senden öte bir zaman algısı var. Sen henüz tarihe bakmamışken o biliyor uyandığı sabahın hangi sabah olduğunu ve o gün olanları tek tek hatırlıyor. Zihnin yaşama devam için bir mekanizması varmış dediler. Ya kaç ya unut ya don. Peki bedenin? Bedenin kaç mekanizması var kendi kendini koruması için kaydettiklerinin ağırlığından? Ölümü arzuluyordu işte yine bedeni. Bugün o gündü. Tenine dokundu önce usulca. Henüz evcilleştirilmemiş bir kısrak gibi yavaşça okşadı incelmiş tüylerini. Gerilen bedenini sakinleştirmek için ovmaya başladı. Sonra konuştu onunla. Kendinden bağımsız bir varlık gibi. Geçti… Geçti işte, güvendesin. Ama duygun seninle. Tüm teslim oluşlarınla beraber. O seninle. Onlar da. Neden ölmek istediğini düşünmez oldu o sabah. Duygusuna teslim etti bu kez bedenini, bir başka bedenin varlığına teslim etmek yerine.
Ölmedi.
Meryem Selva