1.
Bana tabancan nerede diye sordular
BİRKAÇ KERE BELİMİ YOKLAYIP onlara
“ En son tanımadığım bir adamın anüsünde patlatmıştı, sonrasını hatırlamıyorum. Ama öncesi var öncesi heyecanlı:

Kafam gidikti, yine mutlu olamayacağımı bile bile mutlu olmaya gittiğim bir yerden dönüyordum. Mutsuzdum. Bir olayın sonucu olarak değil de sanki olması gereken her şey olduğu için mutsuzdum. Mutsuzluğum bir doğa ürünüydü, beni vahşi hayata katan, rakiplerim arasında ayakta kalmamı sağlayan, belki de türümün evrimleşerek kazandığı son özellik olan bir doğa ürünü. O tehlikeli ürün yine benimleydi ve bir yerden dönüyordum.
Yanımda iki tane genç kadın vardı. Onlara karşı tamamen ilgisizdim. Biri sürekli elini penisime atıyor diğeri ise kulak memem ile ademcik elmasım arasında dilini gezdiriyordu. Dikkat çekici giyinmişlerdi; birinin üstünde göğüslerinin ortasından başlayıp, altıgen şeklinde, vajinasına kadar inen bir dekolteye sahip lacivert elbise vardı. Genital bölgesindeki kıllar belli oluyordu, uzun , siyah ve kirliydiler .Bir tek onları gördüğümde arzularım harekete geçiyordu . Sert hamlelerle onu oracıkta yatırıp amcığını yalamak, boğazını sıkıca sıkıp bembeyaz teninin kan toplayışını izlemek ve kalçasını tokatlarken publis kıllarıyla göz göze gelmek hayali bana mutsuzluktan başka bir his tattırıyor, kalbimin atışını hızlandırıyordu. Bu yüzden onlara bakmamaya çalışıyor, gözlerimi otobüste gezdiriyordum. Elbette kimse rakipleri arasında güçsüz konuma düşmek istemezdi ve vahşi hayatta saldırının nereden geleceğini kestirmek imkansızdı.

Otobüste bir grilik hakimdi. Hayatımın bütününde bir grilik hakimdi. Bundan memnundum. Bir dönem diğer renkleri de gördüğüm olmuştu. Bunu geç fark etmiş, kendimi bir anda insanların içinde eğlenip kahkahalar atarken bulmuştum. Daha doğrusu kendimi bulamamıştım, hissettiğim hiçbir duygu hatırladığım bana ait değildi. Neredeyse bir rakibime sevgi besleyecek, onunla kendimi paylaşacaktım. Elimden bira şişeleri, şaraplar, parmaklarım arasından iyi sarılmış üçlüler eksik olmuyordu. Dehşete kapılarak içinde olduğum durumu fark ettiğimde korkundan titremeye başladım. Geceleyin büyükçe bir mezarlığın ortasına bırakılmış bir çocuk ne kadar korkarsa o kadar korkuyordum. Çevremden her an, daha önce şahidi olmadığım ruhani varlıklar tarafından, saldırılar gelebilirdi. Bunca yıllık birikimim kaybolabilir ve bunca yıl tapınarak büyüttüğüm yalnızlığım ben hiçbir şey anlamadan tarihe karışabilirdi. Bu yüzden evime sığınmaya karar verdim. Bir buçuk ay boyunca örümcek ağlarıyla korunan mağaramdan hiç çıkmadım. İşimi kaybettim, on iki kilo verdim ama mağaramdan ayrılmadım. Sonucunda griliğimi, manevi boşluğumu, savunmacı hiçliğimi geri kazandım.

Bu yüzden otobüsteki grilik hoşuma gidiyordu. Kendimi yuvamda, güvemde ve rakiplerimden avantajlı hissetmeme sebep oluyordu. Büyük ancak boş bir otobüsteydik, haricimizde birkaç kişi vardı. Güneş camlardaki siyah filmlere yenik düşüp içeriye ulaşamıyor, mekânda hakim olan hissel soğukluğa müdahale edemiyordu. Ayakta seyahat eden yolcuların tutunması için yapılan ve otobüsün bir ucundan bir ucuna kadar uzanan demirler paslanmış, eskimiş koltuklara toz tutmuş, zemin ise yanımdaki genç kadınlardan birinin kusmuğuyla kirlenmişti. Otobüsün şoförü rahatsız olduğunu belli etme amacıyla dikiz aynasından bizi izliyor ve hemen arkasındaki yaşlı kadınla hakkımızda konuşuyordu. Yaşlı kadın birkaç kere bize dönüp gür sesiyle naifliğini bozmayacak biçimde hakaretler etmişti. Bütün çabalarına rağmen şoför de kadın da ilgimi çekmeyi başaramamıştı.
Yanımdakiler gibi onları da rakip olarak görmediğim için eylemlerinden kesinlikle etkilenmiyor, umursamıyordum.

Ancak otobüsteki altıncı şahıs etkilenmiş olacaktı ki hareketlerindeki asabilik giderek arttı. Öncelikle yaşlı kadına yakın olan koltuğundan kalkıp bize yakın olan bir koltuğa geçti, sonra iki kere sert bir şekilde avucunun içiyle otobüsün camına vurup bize bağırdı. Hiçbir hareketi kar etmeyince son olarak kolumun uzanacağı mesafeye kadar gelip küfürler etmeye başladı. Bu sefer ilgimi çekmeyi başarmıştı. Rahatımı bozmuş, kişisel alanıma girmiş, bana fiziksel zarara verebilme ve beni doğada bir basamak aşağı itebilme potansiyeline sahip olmuştu. Karşımızda dikilip kızların orospuluğundan, ahlaksızlığımızda, şerefsizliğimizden bahsediyor, cümlelerinin arasına “orospu çocukları, babasız piçler, yarak arsızları ve taşaksız pezevenk” gibi küfürler yerleştiriyordu. Ben kayıtsız bir suratla kollarımı iki yana açıp hiçbir tepki vermeden onu izliyor ve hiçbir şey hissetmiyordum. Ama kızlar boş durmuyordu, önce küfürlerine küfürle karşılık vermeye çalıştılar. Genital bölgesi kıllı olan ayağa kalkıp adamı itti. (Kıllar ağız hizama gelmişti, kendimi kaybedecektim, penisim sertleşiyordu.) Adam tekleyip geri geldi ve kızı saçından tuttu. Kız çığlıklar atıyor öbürü ise tokatlar atarak rakibini yıldırmaya çalışıyordu. Kas gelişimi rakibine nazaran yetersiz olduğu için çalışmaları etkisiz kalıyor, son çare olarak beni kolumdan tutup adamın üstüne itmeye çalışarak saldırmam talep ediyordu. Saldırmadım, kılımı bile kıpırdatmadım. Bunun üzerine beni azdırmayı başaramamış olan suratıma bir tokat patlattı. Adam şaşırıp kızın saçını gevşetti. Kızlar da fırsattan istifade edip otobüsten kaçtılar.”

Diye anlatmaya başlasaydım, belki dikkatlerini çekmiş olurdum.
Alakayı kaçırmamak için pür dikkat beni dinlerlerdi belki.

2.
“O tokat rencide olmam sağlayabilirdim. Utanabilir ve hatta üzülebilirdi. Ama hiçbir şey hissetmedim. Çünkü adam genital bölgesi kıllı olanı saçından tuttuğundan beri planım hazırdı.

Kızlar indikten sonra adam biraz daha sövüp, diğer insanların takdirini topladıktan sonra sakinleşti. Dönüp yerine otururken BİRKAÇ KERE BELİMİ YOKLADIM. Yolun geri kalanında fark ettirmeden adamı süzdüm. Ben yaşlarındaydı, boyu bir erkeğe göre epey kısa, kilosu ise bir insana göre epey fazlaydı. Koyu yeşil bir kabanın içine siyah boğazlı bir kazak altına ise kadife bir pantolon giymişti. Uzun sakalları şişkin yanaklarını kaplayamazken kazağının boğazlığına sıkışacak kadar inmişti. Rahatlamış ve huzurlu hissediyordu. Bölgesinde sözünü geçirmiş her vahşi yaratık gibi zaferin güveni içerisindeydi. Arınmış ve liderliğini pekiştirmişti.

Bir vakit sonra sıradaki durakta inmek için ayağa kalktı. Onunla ben de yavaşça kalktım. Beni süzdü, korkutmak için gözlerini sert bir şekilde bana dikti. Otobüsten inine kadar gözleriyle üstünlüğünü hatırlatmak istiyordu. İndikten sonra alakasız gözükmek için telefonu elime aldım. Şarjın bitmesine daha vardı. Aslında alakasız gözükmek istemiyordum. Düşmanımı korku sarsın, kontrolü kaybetsin istiyordum. Ancak korku kolay kaçmasını sağlayabilirdi. Gerçi az önce kolaylıkla alt ettiği rakibine karşı ne kadar korku besleyebilirdi ki.

Önce onun ilerlemesini bekledim. Duraktan ayrılırken uzunca arkasına baktı. Tam bu sırada aramızdaki, avcı – av ilişkisini sezdirmek için, onun ilerlediği yönde sakin adımlar attım . Kafasını suç üstünde yakalanmış gibi telaşla çevirip yoluna devam etti.

İndiğimiz yer genelde portakal bahçelerinin olduğu, yüz – iki yüz metrede bir de tek ya da çift katlı müstakil binaların yer aldığı düz bir ovaydı. Adamın adımları giderek hızlanıyor, her elli metrede bir arkasını dönüp barındırdığım tehlike potansiyelini gözlemliyordu. Anlamıştı, kaçmaya çalışıyordu ama kaçmaya çalışmasının beni cesaretlendirmesinden korktuğundan bunu belli etmeme niyetindeydi. O her kafasını çevirdiğinde ben hızımı biraz daha arttırıyordum. Ağır bedeni benim çevikliğim ve hızım karşısında acizdi. İki dakika içerisinde tek aramızdaki mesafeyi tek hamlede ulaşabileceğim ölçüye indirmiştim. Bu mesafede fazla dayanamadı. Taze galibiyetinden destek alarak aniden arkasını döndü. Dik ve sert bir duruşla ve sorgulayıcı gözlerle bana baktı. Tam ağzını açıp bir şeyler geveleyecekken kulağıyla çenesi arasına sıkı bir yumruk indirdim. İki büklüm oldu, sendeledi. Tekmeyle yere yığıp ensesine tabancamı dayadım. En yakın bahçeye ilerlemesini emrettim. İlerlerken özürler yağdırıyor, bırakmam için yalvarıyordu. Telefonu çıkarıp kızlara gönderebilmek için olanı biteni kaydetmeye başladım. Şarjın bitmesine daha vardı. Yüzü çıksın diye arada sırada bana dönmesini söylüyordum. Hin konuşmamaya sadece emir vermeye dikkat ettim. Zaten konuşacak bir şey yoktu çok istediğim oyuncağıma kavuşmuş hatta çoktan sıkılmıştım. Ancak hayattaki konumumu geri kazanmamı sağlaması için bu oyuncakla işimi bitirmeliydim.

Bahçenin içinde yaklaşık bir kilometre ilerledikten sonra bir ağacın dibine çökmesini ve soyunmasını emrettim. Anlamlandıramamıştı ama çaresizdi. Susmuyordu, ağzında bir şeyler geveleyip duruyordu. Onu duymuyordum çünkü artık rakibim değildi. Sadece bir zavallıydı. Dolgun göz çukurlarından damlalar akan bir zavallı. Onun iradesiz bedeninde belirsizliğin korkusu hakimken yerde yuvarlanması emrini verdim. Yağ tulumu, beceriksizce yuvarlanmaya başladı. Çok komikti, neredeyse kahkahalar atacaktım. Kendime hakim olup onun yüzü toprağa dönükken penisimi çıkarıp üzerine işedim. Durup yüzünü döndü. İdrar sakallarına denk geldi. Sakallarından aşağıya ince ince süzülüp göğüslerine damlıyordu. Kustu ardından ağzı çıktığı kadar bağırmaya başladı. İtaatsizlik yapıyordu ve bu sinirimi bozmuştu. Kafatasını kuvvetle kavrayıp yüzünü kusmuğunun içine gömdüm. Ardından kaldırıp tabancamı sertçe ağzına soktum. Silahın arpacığının damağını yardığını hissettim. Kusmukla karışık toprağa bulanmış göz kapaklarından gözlerinin içine son kez bakıp silahı ateşledim. Kafası dağıldı, her taraf kan oldu. Ensesinde yumruğum kadar bir yarık oluşmuştu ve buradan oluk oluk kan geliyordu. Üç kurşunum kalmıştı. Bana taşaksız pezevenk dediği için ikisini testislerine sıktım. Son kurşunu ise yediğim tokat kadar rencide olsun diye tabancayı anüsünden sokup içinde patlattım. Tabancayı dışkıya bulandığı için orada bırakmış olabilirim. “

Dememi istiyorlardı belki
Belki de onları rahatsız ettiğim için teşekkürler yağdıracaklardı.