Beyaz gömleğinin omuzlarından tuttukları adamı sertçe bıraktı gardiyanlar eni boyu ancak dört metre olan hücreye ve kapıyı kilitleyip karanlıkta kayboldular. Adam onlar daha gitmeden başlamıştı arkalarından bağırmaya. “Hepsine dava açıcam, her birine teker teker, kılıma dokunmanın cezasını tek tek çekeceksiniz! Analarından doğduklarına pişman edicem.”

“Hop kardeş, bağırmaya mı geldin buraya?” Hücrede yalnız olmadığına ancak o sırada dikkat etti adam. Yanındaki adamın ne olduğunu anlaması için şöylesine bir bakış atması yetmişti. Adam çingeneyle muhatap olmaktan korkarak kendi köşesine daha çok çekildi ama orada duramadı. Ayağa kalkıp kemerini gevşetti, ceketini çıkardı ve çingene çocuğa bakmadan hücrenin önünde volta atmaya başladı. Sonunda dayanamadı ve çingeneye bakmadan konuştu. “Kim olduğumu bilmiyormuş gibi davranıyorlar, olacak iş mi bu?”

“Kimsin ki kardeş?”

“Kardeş deme bana, baban yaşında adamım.”

“Tamam abi, kimsin ki?”

Adam daha da sinirlendi. Kollarını parmaklıklara yaslayarak yere oturdu. “Çok büyük yanlış yapıyorsunuz, çok…” Sesinde üzüntüden çok bir tehdit vardı. Çingene bunu sezdi.

“Merak etme abi, çıkarsın bir iki saate. Üstün başın da düzgün zaten, bir yanlışlık varsa tutmazlar.”

“Yanlışlık var tabi, olmadığını mı düşündün?”

“Estağfurullah abi, her türlü insanla karşılaşıyor insan burada.” Adam ilk defa çingeneye bakmak için arkasını döndü. Sonra hemen önüne geri döndü. “Ne oldu, bir kavgaya mı karıştın?”

“Öyle denebilir.”

“Adamı öldürdün mü abi?”

“Sus lan, ne öldürmesi.”

“E o zaman diğer adam nerede abi?”

Adam sustu. Ardından tekrar sinirlendi. “Baksana işine.”

“Üstüne başına dikkat etsen iyi olur abi, bir şeylerini çalmasınlar. Girdiğinle bir çıkmazsın buradan, zordur bu. Saatin varsa ayakkabının içine koy.”

Adam saatini çıkardı, ayakkabısına koyuyordu ki bundan vazgeçti. “Çalarlarsa çalsınlar lan, sana mı kalmış benim malımı korumak?”

“Aman abi, iyiliğin için konuşuyoruz.”

“Adam öldürmüşmüş. Bende adam öldürecek tip var mı sence? Kendin gibi serseri mi sandın beni?”

“Estağfurullah abi, zaten öldürsen burada tutmazlardı seni, ayrı yere alırlardı.”

“Ya, öyle mi?”

“Buraya üstüne alınmazsan abicim serserileri alırlar genelde. Sizde de hiç öyle bir tip göremedim.”

“Göremezsin tabi, serserilikle işim neymiş? Ekmeğimi dürüst işten kazanırım ben, banka müdürüyüm, sizin gibi arsızlık peşinde koşacak adam değilim.” dedi ama hemen söyler söylemez pişman oldu. Sonra hangi banka olduğunu söylemediğine sevindi. Karşısındaki çocuğun banka yüzü görmemiş olduğuna emindi ne de olsa. Kendisini tanımasına imkan yoktu.

“Sorması ayıptır abicim, neden attılar seni buraya?”

“Yanlış anlaşılma dedim ya.”

“Tamam, tabi.”

Çocuğun bunu yutmadığını anlamıştı adam. Yumuşak anına denk geldi, biraz daha konuştu. “Adalet diye bir şey kalmamış bu ülkede! Benim gibi saygın adamları hapislere atmasını çok iyi biliyorlar. Ama göstereceğim onlara günlerini. En ağır mahkemelerde yargılatacağım onları. Bir daha gün yüzü görmeyecekler.”

“Aman Abi, çok da yüklenmesen mi, sıkıntı çıkmasın.”

“Sıkıntıyı göstericem şimdi ben onlara. Koskoca müdürü gözaltına almak da neymiş?”

Çingene çocuk güldü. “Haha, koskoca müdür olsan da senle ben bu gece aynı hücrede uyuyacağız gibi görünüyor müdürüm!”

Adam sinirle üzerine yürüdü. “Bana bak sen!” Neden sonra ona dokunmaktan iğrendi. Köşeye çekilip oturdu ve uzun süre konuşmadı. “Alçak herifler, aptallar.” sesleri geliyordu arada. “Aptal Aysel, salak kadın.” sesleri eklendi birden. Çingene kulak kabarttı.

“Aysel mi dedin abi?”

Adam sustu. Belli ki yüksek sesle söylediğini fark etmemişti.

“Aysel diye bizim alt komşu vardı ya. Çok güzeldir Aysel.” çocuk hücrenin kirli duvarlarında Aysel’in Arap sabunu kokulu siyah saçlarını ararcasına dalıp gitti. “Çocukluğumuz birlikte geçti bizim. Ben hep onu severdim, o başkalarını. Altlarında lüks arabaları olan adamların peşinden giderdi hep. Tabi bizde lüks nerde araba nerde… Senin araban vardır abi, işte senin gibiler yemeğe çıkartırdı onu. Vaktinden geri kalanıyla da benleydi. Onu anca bizim parka götürür, iki soda alırdım. Yine de gülümserdi bana, öyle ki abi, güneş yüzünde açmış sanırsın.”

“Sus be.”

“Aman abi, neden Aysel dedin ki şimdi? Tabi senin Aysel’le benim Aysel bir değildir. Bir hafta kadar oluyor, kaderin kurbanı oldu zavallıcık.” Adam sonunda kulak kabartmış, pür dikkat dinler olmuştu. “Geçen bizim mahallenin ara sokağında ölü bulunmuş. Çok fena dövmüşler Aysel’i. Yüzünü tanıyamaz hale getirmişler. İnsafsız adamlar. Annesiyle babasını da severdim, gerçi onları da görmeyeli çok olmuştu ya, öldüler belki çoktan, bilmem ki.”

“Katili bulundu mu?”

“Nereden bulunsun be abi? Benim onun gibilerinin katilleri bulunabilir mi sence hiç?” Adam rahatlamış göründü. “Allah bin belasını versin kim yaptıysa gün yüzü göremez inşallah bir daha.”

“Ağzını topla, küfür edilecek yer değil burası.”

“Ama abi-“

“Abi demeyi de kes bana, koskoca banka müdürüyüm ben, ağzına yapıştırdığın abiye yakışmam.”

“Pardon beyim.” Sessizlik. “Sorması ayıptır beyim, sizin Aysel kim ola?”

“Seni ilgilendirmez. Ben bir şey yapmadım ayrıca. Tamamen yanlış anlaşılma.”

“Bir şey yaptın mı dedik abi?” Sessizlik. “Aysel’e demiştim ben gitme artık oralra diye. Dinlemedi beni, zaten ne zaman dinlemişti ki? Hep o abla bildiği soysuz kadın yüzünden. Bir elime geçirirsem canlı bırakmayacağım o kadını. Nasıldır oralar bilir misin abi, yerden sümük toplarsın, o derece…”

“Nereden bileceğim oraları be, yakıştırır mısın bana hiç?”

“Yakışmaz abi tabi yakışmaz da, belki bir merak gitmişsinizdir.”

“Gittiysem de gittim, sana ne?”

“Merak kediyi öldürür abi, beni mesela nasıl yaktı merak bir bilsen! Merakım yüzünden buralardayım ya!” 

Adam önce umursamaz göründü, arkası dönük duvara bakmaya devam etti. Sonra hırıltılı bir şekilde konuştu. “Öldürmekle kalmaz, un ufak eder adamı.”

“Senin Aysel’den sen de çok çekmiş gibisin abi.”

Başını iki yana salladı adam, yavaşça önüne dönerken sesindeki belli belirsiz kırıklıkla konuştu. “En güzel restoranlara götürdüm onu, en güzel elbiseleri giydirdim. Banka müdürünün yanına yakışan bir kadın yaptım onu. Dışarıdan görenler bile beğenirlerdi bizi.”

“Aysel güzel isim, değil mi abi? Hem seninki hem benimki de güzelmiş demek ki.”

Adam keskin, sinir bozucu bir bakış attı çocuğa. Sonra yarımdan bir güldü. “Evet, güzeldi sanırım.”

“Lüle lüle saçları vardı Aysel’in, hep de başının üzerinde toplardı. ‘Böyle daha zengin gösterirmiş’ kendisini. Buradan çıkmak isterdi, hep çıkmak isterdi o buradan. Neden gitti ki, neden abi?” Adam arkasını döndü tekrar, çocuk sayıklamaya devam etti. “Kim yapar böyle bir kötülüğü, bundan daha kötüsü var mıdır, birisinin canını almaktan? İnsana dair her şeyi anlarım ama bunu anlamam. Bütün kötülükleri gördüm bütün hırsızlıkları kavgaları gördüm ama bilerek birisinin canına kıymak demek… Bu hangi canavarın işidir abi?”

“Yeter ulan sus!”

Çocuk sustu. Neden sonra tekrar başladı sayıklamaya. Sesindeki ağlamaklı ton kaybolmuştu. “Aysel’i öldüreni bulmaya koydum kafama. Ne var ne yok bulacağım o herifi diye. Gittim bu kaldığı eve, beni bir şişlemedikleri kaldı. Onu sorduğum için bile dayak yedim abi. Aysel tabi diğerleri gibi değildi; nazik, güzel, alımlı bir kızdı. Çekemiyorlardı onu besbelli. Kim öldürdü sana mı kalmış dediler bana. Ya sen öldürdüysen? Kafamdan aşağı kaynar sular indi abi. Düşünmeye başladım. Ya ben öldürdüysem Aysel’i?” Banka müdürü pür dikkat kesilmiş, bacakları ve vücuduyla bile ona doğru yönelmişti. “Ama aklıma yatmamıştı henüz. Etrafta gezindim, bakkala, kunduracıya önüme kim geldiyse o gece Aysel’in yanına gittiği adamı sordum. Bazısı bilmiyorum kardeş deyip yolladı, bazısı sopasını çıkardı. Dürüst bir iki adam bu işin peşini bırakırsam iyi olacağını söyleyip gönderdiler beni. Ama nasıl bırakayım abi, Aysel benim çocukluk aşkımdı. Üstelik yeni bir kurt düşmüştü içime. Ya gerçekten bensem onu öldüren? Hafızamda öyle bir şey yok, ama belki unutmuşumdur, ya da uykumda yapmışımdır. Neyse, bu kadar çok sorunca Aysel’in ölümünü etrafa, kapıma polis dayandı bir gün. Sen mi öldürdün Aysel’i dediler. Hayır diyemedim. Alıp buraya getirdiler.”

“Hani katilleri başka yere atarlardı?”

“Hayır diyemedim ama evet de diyemedim. Hem o gece benim onu öldürmüş olacağımla ilgili hiçbir kanıt da yokmuş.”

“E neden tutuyorlar öyleyse seni burada?”

“Hayır demedim diye korktular herhalde, yine de soruşturacaklarmış.”

Adam birden heyecanlandı, ayağa kalktı ve silkindi. “Doğrudur canım, öldürmüşsündür işte.”

“Nasıl yapayım abi, Aysel benim canımdan çok sevdiğim insandı!”

“İnsanın içine doğar böyle şeyler!”

Çocuk yüzünü ellerinin arasına aldı, küçük hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Adam onu yatıştırmaya çalışırcasına önünde eğildi, elini kirli başının arasına koydu. “Bana bak çocuk, sakin ol. Şimdi gardiyanları çağırıyorum ve sen suçunu itiraf ediyorsun, anlaştık mı? Beni de bu sıçan deliğinden çıkartıyorlar.”

Çocuk ağlamasını kesmedi ama salya sümük adama baktı. “Anlamadım abi?”

“Suçlu olduğun gün gibi ortada işte, söyleyiver de bitsin bu safsata.”

“Seni neden çıkartıyorlar abi?”

“Çünkü Aysel’i benim öldürdüğümü düşünüyorlar, ama artık bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyoruz.” 

Küçük bir sessizlik oldu. Çocuk çekine çekine sordu. “Sorması ayıptır, nereden biliyoruz bunu abi?”

“Yanlış anlaşılma olduğunu en başından beri söylüyorum ya!”

“Aysel’i nereden tanıyorsun?”

“Başlattırma şimdi, itiraf ediyorsun işte, sen öldürmüşsün demek.”

“Öyle mi diyorsun abi…”

“Öyle diyorum ya tabi. Sen mi daha iyi bileceksin ben mi? Yirmi senedir bankacıyım ben benim sözüme güven olur. Sözüme güvenmeselerdi müdür yapmazlardı herhalde dimi?”

“Tabii, öyledir…”

“Tamam, anlaştık o zaman.” Dışarıya doğru seslendi. “Gardiyanlar! Burada suçunu itiraf edecek bir adam var!” Kendi etrafında keyifle dönmeye başladı. “Kaltak karı demek benim arkamdan bu piç kurusuyla görüşüyormuş. Geberdi gitti oh oldu.”

Çocuk ayaklandı ve adamın yakasına yapıştı. “Laflarını geri al! Aysel öyle bir kadın değildi!”

“Ya, değil miydi dersin? Evime her geldiğinde iç çamaşırını ortaya çıkaracak şeyler giyerdi ve ben neredeysem orada biterdi. Birkaç güzel söze hemen sırnaşıverirdi. Arabama binmekten nasıl keyif alırdı bir görsen.”

“Sus!” Çocuk hıçkırıklar içerisinde kulaklarını kapatmaya çalışıyordu. Banka müdürü yakasına yapışmış çocuğun gevşeyen ellerini fırsat bilip daha da üzerine gitti.

“Kocaman gözlerini açar ve hayranlıkla bakardı bana, evime ve arabama. Saatime, ceketime hatta kullandıktan sonra çöpe attığım cam şişeme bile. Onun için sizin gibiler için asla hayal edilemeyecek şeylerdi bunlar. Ucuz kumaştan çamaşırını yatağımda istemezdim o yüzden başka evlere götürürdüm.”

“Sus! Lütfen sus!” Artık adamın yakasını tamamen bırakmış, yere ağlayarak kapanmıştı.”

“Onunla sevişmeden önce güzelce yıkardım ki mahallenizin pis kokusu üzerinden gitsin. Ama bir türlü gitmezdi biliyor musun, o koku asla gitmezdi. Saçlarında, o kuş yuvası saçlarında, kollarında, bacaklarının arasında alabilirdim mahallenizin o ucuz asfalt sinmiş kokusunu.”

“Hayır! Yalan söylüyorsun, hayır!”

“Ve ne yapardı biliyor musun? İncecik sesiyle, mahalle karısı sesiyle çığlık atardı önümde ve titredi araba egzozu gibi titrerdi ellerimin arasında. Sizin gibilerinin asla tadamayacağı zevkleri yaşattım ona. Bunun için minnettardı bu yüzden her seferinde daha çok çığlık atardı, koca gözlerini daha çok açardı. Ama gitmezdi o koku gitmezdi asla ne olursa olsun gitmezdi!”

“Yeter!” 

“İşte bu yüzden öldürdüm onu belki de, boğazını sıktım bir daha o kokuyu duymamayım diye sıktım boğazını. Kırmızı ruju dağılmıştı tüm yüzüne daha da dağılsın dedim ve vurdum artık bu kokuyu duymamak için vurdum. Bu kokuyu yeryüzünden silmeliyiz diye vurdum!”

Çocuk sığındığı pozisyondan kalktı ayağı ve bir dağ gibi adamın başında bitiverdi. Tamircide nasırlaştırdığı ellerini adamın boğazına sardı ve sıktı, adamın son sözleri dediği bu laflar oluncaya kadar sıktı:

“Nefret ediyorum sizden, hepinizden!”

Banka müdürünün avucunda sakladığı saat yere düştü. Çocuk üzerine kilitlediği bacaklarını gevşetti ve boynu idam mahkumunun ipin ucunda sallandığı gibi aşağı sallandı. Gardiyanların geldiğini, onu kollarından tutup sürükleyerek kaldırdıklarını duyumsadı ama bunu sanki tanıyamadığı bir adamın anısı gibi hatırladı.