Yere düşen kar taneleri kasvetli toprağın üzerini kaplayan beyaz örtüyle bütünleşerek kaybolurken genç adamın duyduğu tek şey kendi ayak sesleriydi. Havada hâkim olan rüzgârın bedenine bıraktığı soğuk dokunuşlara aldırmadan, güneşin daha yeni yeni battığı, kendini gecenin sessiz uykusuna hazırlayan, birkaç kişiden başka kimsenin olmadığı ıssız bir sokakta yürüyordu şimdi. Soğuktan kaskatı kesilmiş parmaklarını sıkarak biraz ısınmaları umuduyla ellerini kabanının ceplerine soktu ve ayaklarının altında ezilen kar tanelerini umursamadan yürümeye devam etti. Karda yürümeyi hiçbir zaman sevmemişti aslında. Çünkü arkasında ayak izleri bırakıyordu ve genç adam iz bırakmaktan çok, görünmez olmayı tercih ederdi.
Soğuk kaldırım taşlarına bastığı her saniye, geçmişin kötü ve acımasız izlerini gözler önüne sermek isteyen bilinciyle savaştaydı. Rüzgârın uğultusu ona karanlık gecelerinin ninnisini tekrar tekrar dinletiyor, ağaç dallarında diğerlerinin aksine yere düşmemek için çaba sarf eden birkaç sararmış yaprak ona karanlıkta saatlerce gözünü kırpmadan baktığı bir anıyı hatırlatıyordu. Sokak lambaları teker teker yanmaya başladığında, geçmişte ona arkadaşlık eden bu sarı loş ışıklara içinden bir selam verdi. Yanından geçtiği parktaki boş ve ıslak banklara göz ucuyla baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve aklındakini, burnundan çıkarak özgürlüğe kavuşan nefesi ile soğuk havaya bıraktı. Sokaklar kimsesiz, hissiz ve soğuktu. Belki de diye düşündü genç adam, belki de onlarla bir geçmişi olduğu için şimdi kendisi de tıpkı sokaklar gibi kimsesiz, hissiz ve soğuk geçiriyordu günlerini.
Yürüdüğü sokakta ilerlerken bir grup çocuğun oyun oynarken çıkardığı tiz çığlıklar, düşüncelerini böldü. Bir kız çocuğunun tiz kahkahası duyuldu önce ve ardından bir erkek çocuğunun öfkeli söylenişi. Ve hemen birkaç adım önüne bir kartopu düştü. Ama genç adam aldırmadı. Duruşunu bozmadan, yere odaklanan ve havanın soğukluğundan dolayı sulanan gözlerinin yönünü saptırmadan yoluna devam ederken biraz önce önüne düşen kartopunu, içindeki küçük çocuğun kıskançlıkla yüzünü buruşturması üzerine hiç umursamadan ayağıyla ezdi.
Havanın gitgide kararması ile karla kaplı yoldaki beyaz örtü soluk, kirli bir beyaza dönüşürken alacakaranlık vaktinin koyu ve sığ ışıkları yolun iki tarafında belirli aralıklarla dikilmiş olan büyük çam ağaçlarının silik, puslu gölgelerini yere seriyordu. Ardında bıraktığı çocukların sesleri attığı her adımla biraz daha kaybolurken, genç adamın çenesi kasılarak dudakları düz bir çizgi halini aldı ve yüzü düşündüğü şeyle gerildi. Bir an içinde kıskançlığı hissetti ama bu, sandığı kadar uzun sürmedi çünkü kıskançlık yerini yıllardır içinde birikerek her gün daha da güçlenen o ağır ve merhametsiz duyguya bıraktı. Nefret. Kısacık bir sürede nefret tüm bedenini esir aldı ve ela gözleri hissettiği duyguyla koyulaşarak karanlık bir kahveye dönüştü. Bu renk, ölü bir toprağı andırıyordu, yaşam da oradaydı ölüm de. Hissettiği bu ağır ve karanlık duygular uzun zaman önce her şeye ve herkese karşı kilitleyerek kapattığı, acının, nefretin ve intikamın hâkimiyet kurduğu o ıssız ve kimsesiz yerden, kalbinden geliyordu. Bu, ne kadar karanlık hissettirse de, bazen baş edilemeyecek boyutlara ulaşsa ve dışarıdan çoğu insanın ürkerek kaçacağı bir his olarak görünse de genç adama göre iyi bir şeydi. Kötünün içindeki iyiydi, karanlığın içindeki aydınlıktı, çığlıkların içindeki fısıltıydı ve nefretin içindeki intikam. Eğer kalbinde, hissettiği o merhametsiz duygular olmasa, kendini yapmak istediği şeye bu kadar adayamaz ve belki de hayata, insanlara karşı bu kadar güçlü duramazdı.
Dağınık siyah saçlarına tutunan kar tanelerini göremese de bir süre sonra bazılarının eriyerek damlaya dönüştüğünü, alnına değerek şakaklarından aşağıya doğru düz bir yol izleyen ve bir süre sonra kaybolan su damlalarından anlayabiliyordu. Cebinden, avucunun içinde sıkarak buruşturduğu kâğıdı çıkararak parmaklarıyla çekiştirdi ve düz bir hale gelmesini sağladıktan sonra üzerinde yazılı adresi tekrar kontrol etti. Bu adresi bulmak ve biraz sonra yapacağı şeyi planlamak adına uzun zaman harcamıştı. Dakikalar, saatler, günler, haftalar; aylar ve belki de yıllar… Yürüdüğü sokağın sonuna yaklaştığında ikiye ayrılan yoldaki tabelalara baktı ve biraz önce kâğıtta gördüğü adla aynı adı taşıyan, şuan bulunduğu sokaktan daha da ıssız görünen, karanlığın tamamen çökmesiyle geceye gömülen sokağa doğru döndü ve kendinden emin adımlarla ilerledi. Bir süre sadece yürüdü. Düşüncelerini susturdu. Kimsenin olmadığı sokağı, oluşan sessizlikle büyük bir boşluk kaplamıştı. Artık duyabildiği tek ses nefretin sesiydi. İntikam, biraz sonra olacakları sabırsızlıkla bekliyordu. Genç adamın içindeki vicdan bir ara ağzındaki bandı çıkardı ve bu yapacağının ne kadar acımasızca olduğunu hatırlattı ona ama ardından nefretin ve intikamın sesi onu bastırdı, hatta tamamen yok etti. Vicdanı ve acıması olmayan insanlara artık o da acımayacaktı. Kararını uzun süre önce vermişti ve artık geri dönmek için çok geçti.
Ona ölüm gibi gelen dakikalar sonunda aylardır odasındaki çalışma masasının çekmecesinde duran fotoğraflardaki gri ve eskimiş duvarları olan tek katlı döküntü evi karşısında gördüğünde derin bir nefes alarak omuzlarını dikleştirdi. İçinde kısa süreli bir titreme hissetti. Bu titremenin dışarıdaki soğuktan mı yoksa biraz sonra akıtacağı kanın iliklerine kadar hissettireceği donuk ve hissiz duygulardan mı olduğunu bilmiyordu ama bir önemi de yoktu. Kirli kanların akmasının zamanı gelmişti. Kendini karanlığa gömeli yıllar olmuştu ve perdenin kenarından sızan o ufak parıltı da yoktu artık. İyi şeylere çok küçük yaşta veda etmişti, gülümsemeler yüzünü terk edeli uzun zaman oluyordu ve bu duygular genç adama çok yabancı geliyordu. Bu dünyada insanların ona karşı kullanabilecekleri hiçbir şey yoktu, kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve o hiçbir şeyden korkmuyordu.
Elini arkasına götürerek beline sıkıştırdığı soğuk metali kavradı. Havadaki sessizliğe rağmen emin olabilmek için başını mekanik hareketlerle sağa ve sola çevirerek etrafı kontrol etti. Kimse yoktu. Kararlı adımları, yeri titretircesine sert ve ürkütücüydü. Parmaklarını sıkarak kavradığı silahı kabanının altından çekiştirerek çıkardı ve eski evin girişine yaklaştı. Demir parmaklıklı pencerelerin bir tanesinden beyaz sönük bir ışık yayılıyordu. Genç adam onun evde olacağını biliyordu, bu sadece bildiği şeyin bir kanıtıydı. Sağ elindeki silahı sıkıca kavrarken sol elini havaya kaldırdı ve kapıya vurdu. Üst üste tam üç kez. Sadece üç vuruş. Sessizlikte yayılan üç vuruş. Ardından tahta kapının bu sessizlikte yavaşça açılırken çıkardığı tıpkı bir çığlığı andıran soğuk gıcırtısı. Ölümün habercisi olan soğuk bakışların karşısındaki kirli gözlerle birkaç saniye süren zehirli buluşması. Siyah soğuk metalin havaya kaldırılarak şaşkınlıkla olanları izleyen yaşlı bedenin sahibinin tam alnına hizalanması. Genç adamın ölümcül bakışları ile izlediği adama söylediği iki kelime. Ardından büyük bir gürültüyle patlayan silahın kulakları delip geçen sesi. Ve artık sadece iki şey duyuluyordu. Silahtan yayılan merhametsiz yankı ve genç adamın tetiğe basmadan önce dudaklarından dökülen iki kelime. Genç adam bir adım geri çekildi ve karşısındaki bedenin yere yığılmasını izledi. Ardından yere sinsice yayılan kırmızı kanı gördü ve eline sıçrayan, kalbindeki intikamın şifası olan bir iki damla kanı da kabanına silerek yok etti. Arkasını dönüp geldiği yolu hızla yürümeye başlaması sadece birkaç saniyesini almıştı ve içinde hissettiği şey kesinlikle pişmanlık değildi. Kulaklarında duyduğu ses biraz önce kendi dudaklarından dökülen ruhsuz kelimelerden başka bir şey değildi. “Zamanı geldi.” Zamanı geldi demişti ve şimdi burada başlattığı bu şeyin devamını getirecek, çocukluğunu çalanlardan ve yaşadığı acımasız dünyayı ona sunanlardan intikamını alacaktı.
İçindeki sıcak nefesi söylediği iki kelimenin zehrini akıtır gibi dudaklarının arasından yavaşça soğuk havaya bıraktı. Sıcak ve soğuğun buluşması hemen gözlerinin önünde puslu bir sis bulutu oluştururken genç adam elinde sıkıca kavradığı silahı arkasına götürerek kabanının altındaki yerine geri koydu. Artık bir hayatı çalmakla suçlu olan ellerini ceplerine yerleştirdi. Elleri kirliydi. Asla çıkmayan bir kire bulanmıştı teni ama aklında ve kalbinde bir şeylerin temizlendiğini biliyordu. Daha temizlenecek çok şeyin olduğunu da.