Geçmişe bakarken boynu tutulan insanların takvimlere değil, gidip de gelmeyenleredir düşmanlığı.

Herkesin sağır olduğu bir şehirde iç çekmek gibidir varolmayan kalplerin sessiz çığlıkları.

Öyle ki,

bahar gelir, 

bahar geçer.

En çok da bu mevsimde geçmez meczupların yıllanmış yalnızlıkları.

Granit duvarların soğuk sessizliğine gömülmüş nefesler,

Sıcak yatakların habersiz misafirlerini izliyor uzaktan.

Sarı bir gökyüzü şahit oluyor arabalarına atlayıp çok da uzaklara gidemeyen insanlara.

Yürüme mesafelerini öldürürken minibüsler durakta,

Yeni biçilmiş çimlerin kokusu kimseyi heyecanlandırmamaya başlıyor o disütopik dünyada.

Bazen Orwell haklı diyor insan, 1984 romanında,

“Oynadığımız bu oyunda, kazanmak söz konusu değil. Ama bazı yenilgiler ötekilerden daha iyidir, hepsi bu.”

Peki ya aşk?

Yenilgi midir her dünyada, 

bütün zamanlarda?

Kuşların uçmadığı,

Biraların sıcak, çayın soğul içildiği bir evrende bulmalı insan kendini.

Bir kez daha tanımak,

Ve hiç tanımamış olduğunu görmek için yalnızca zamanın aynasında gördüklerini.

 

Bulutlar yıldızları gizliyor her gün.

Fazla ışıklı şehirlerin karanlık sokaklarında dolanırken bir gece vakti,

İlk kez su birikintilerini ziyaret eden  yıldızlara rastlıyorum.

Ben daha yüzmeyi öğrenememişken,

Denize açılan yelkenlinin dümeninde bir kadın ilerliyor çok sevmeler diyarına.

“İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki”

Bense kimsenin duymadığı o şehirlerde sokak çocuklarına anlattım derdimi.

Takvim yaz,

Mutluluğa çıkan sokaklar çıkmazdı.

Kaldırım taşlarında gözyaşları saklıydı çocukluğumuzun.

 

O gece vaktiydi,

nereye varacağını bilmediğim yollarda

yürüdüm,

Yürüdüm.

Bir hikaye uğradı yanıma sayfalarından anıların,

 

Biri varmış,

Biri hiç olmamış diye,

 

Büyüdüm.