Sanırım ayın 11’i, ekim ayı, hırka vakti gelmiş, cumartesi sabahı dev bir boğa zihnimde dolanıyor. Uyanmak zorunda kalıyorum. Ona söylemek istediğim bencil sözleri içime hapsediyorum. Onu yakalarsam iğ ipliklerimden tut, tırnaklarıma kadar bir koşuşturma başlar. Berbat durumdan kurtarıyorum kendimi. İyi hislerin sözünü dinliyorum. Gerçekten iyi olduğumu düşünüyorum.

  Boğa zihnimden devrildi uyandım. Soğuk zemine topuğumdaki deriler dökülüyor. Acı bir kahve
yapıyorum. Zamanla midemi ağrıtan şekerleri bırakmayı öğrendim. Şimdi ayın 11’i, ekimin soğuk
bir cumartesi sabahı ellerimi ovuşturuyorum, tekrar yad ettiğim şeyleri kafamdaki kutulara tı-
kıştırmam gerektiğini düşünüyorum. Alaylı günler, benim aklımı karıştıran gelecek öykülerinde
oldukça beceriksizdi. Bana söylenmesi gerekenler ikna edici değilse kulaklarım onları kovalama-
yacaktır. Gerçekten inandıklarım beni yakalamaya çalışıyorsa, kendimi buna kaptırmamın etki-
sini sormak istiyorum ilahi güçlere. Kör mucize inancımı kafamdan uydurmuş olabilir miyim? Ve
ben arıyorum kusursuz gün devrimini, dalgalı gökyüzünde. Mona Lisa’nın gülüşü kadar kararsız
durumdan siyah gözlerle, dik kafalı yaşlıymışçasına kaçıyorum. Herhangi bir düşüncemde ve gör-
düklerimde, sinik ruhu atıp fırlatıyorum kahrolası bataklığa. Kendime gereken değeri veriyorum,
azad ediyorum. Kendimi, aklıyorum sözcüklerden. Şehrimdeyim kayıp adımlarım dengesiz tıpkı
içimden kendimi söndürüşüm gibi. Oysa her cemre düştüğünde bilmediğim naif hal sarar beni.
Tebeşirle kırmızı- pembe gökyüzü boyadığımdandır belki ya da saatlerce oyuncaklara verdiğim
sonsuz huzurlu sözümdendir bu çocuksu halim. İşte anlıyorum, cemreyle doğar tomurcuklarım,
çiğ ile dik durur, yağmurla ıslanırım düşlerde. Öyle sıra dışı şeyler, hiçlikte, müzminde, bende.
Düşüncelerim düşüşlerim benzer birbirine. Tanıyorum iyi olmayı, incilince tekrar tekrar kanı-
yorum. İşte ben mahvolmuş bir sürüngenim. Galiba tutarsızlıktan soğuyor iliklerim. Başka derin
solukları bilmiyor, çekince içine acıyana kadar duyguyla dolan ciğerim durması gereken yeri bili-
yor. İstediğim yerde duruyorum.
  İçtiğim kahvenin acı kokusu sarıyor boya fırçalarını. Nemli kalın tellerini suda beklettiğimi yar-
gılıyorum içimde. Şayaktan yastık, ıhlamur ve küçük kızın mırıldadığı aşağı yukarı yapraktan, por-
takaldan ve balıktan bahsedeceği şarkıları hissediyorum dilimde. Öyleyse çok düşünmüşümdür
her şeyi. Durmam gereken yeri. Nasıl güçlü olunacağını öğrenmişimdir zavallıyı atarken zihnim-
den. Yok olmasını bekleyemem, bu bana haksızlık olur. Öyleyse affetmeliyim kanımca kendimi bu
soğuk cumartesi sabahı. O zaman daha çok parlar yüzüm. Tüm zamanın öfkesini denemeliyim
azmederek. Menfaat meselesi değil. Korkumdan yana şüphelerimi çoktandır yok ettim. Her se-
ferinde daha çok sorguluyorum düşlerimi. Benliğimden uzaklaşacağımı düşünmek beni korku-
tuyor. Onları kovalayacak kulaklara sahip değilim. Benimkisi sadece bencildir, kendine. Menfaat
arayışında varılamayan kısacık düşler. Ana rahmine düşen sıcacık oluşmaya başlamış bir kış ço-
cuğu gibi hissettiriyor. Bu düşler öyle sessiz sıcaklıkta. Bu merak ezelden gelen gece gündüz dev-
riminde tutkulu oldurdu beni. Ama bu eksiklik ben olsam, ahh bir olsam ben ama beceremiyorum işte. Bu ıslak süngermiş gibi hissettiriyor baştan aşağı. Kaskatı kalmıştım düşünürken zindanlaşmış ruhum, çıkagelen karşılaşmayı ummuyordu. Bir ses yükselmeye başladı. Anladım gelmişler,
yine ve gerek bile yokken. Öylece dururken çıkageldiler. Üstelik kapıyı bile çalmadan, elimdeki
güçlü duygular nemlendiriyor tenimi. Sesler kuruyor zihnimde. Kahrediyor beni bu göçük, şaşkın
his. Bizi aldı zavallı olduk içlerinde. Kâh dağıldık, kâh sarsıldık biz.
“Efendim sadece söyleyin, bu öyle bir bataklık ki efendim, bir bilseniz sizi bile ezer”
Soluk alışverişini düzenledi.
“Efendim benden kokuları bile çaldı. Nefes almıyor kelimelerim” dedi, Merhamet. Zalim ne pem-
be ne kırmızıydı. Vahşetti onunki, en alçak, en gurursuzdu o. Bana onun ne kadar soğukkanlılıkla
nefesi söndürdüğünü ve nasıl bataklığa gömdüğünü söylüyor. Varım yoğumla kurtarmaya çalışı-
yorum o zavallı sesi. Kim bu titrek ses? Acımasız ne diye musallat oluyor bu günahsıza. O yaşama-
dı bile dünyayı, kafasında dolu küpler var. Kocaman kırmızı elbisesi ve beyaz fırfırlı çoraplarıyla tam bir bayram çocuğuydu. Öyleydi ya tabii. Derisi kaşıdıkça acıyandandı. Ağladıkça yüzünde
kuruyan damlalar beyaz bir yol çizmişti yanaklarında. Zalim ise, o hep çok asi öyle ki onu gıpta
ettiğimi düşünüyor. Onun bu buruşmuş söylencesini yapamayacağım. Onlar benimle yaşamaya
devam ediyorlar. Zalim oldukça cimri davranıyor. Ona yemeğinden bir kırıntı dahi vermedi. Üs-
telik kahveyi şekerli içiyor. Ama merhamet öyle mi, onun da midesi benim gibi ağrır hep. Zalim
tam olarak kör inanışa sahip. Sormadan, düşünmeden, sorgulamadan devam ediyor. Durması ge-
reken yeri bilmiyor. İncindiğinde kupkuru dudaklarını öfkeyle buruşturuyor. Gözleri tıpkı bir alev
topu gibi. Bacaklarını kırarak bir köşeye çekiliyor. Titriyerek ileri geri gidiyor. Eli yumruk ve ona
kendimizi kanıtlamaya çalıştığımızda gözlerini sımsıkı kapatıp bir adım bile yaklaşamadan bize
olduğu yerden saldırıyor. Onlardan gitmelerini istersem son derece duygusuz olurum. Olduğum
yerde duruyorum. Onları tutmak istiyorum. Belki çok günahkâr bir tavrım var ama kendilerine
bakamazlar. Zalim benim gibi değil. Zavallı halini atamıyor zihninden. Bizi endişelendirmemeyi
öğrenemedi. Merhamet çok korkuyor. Onun vahşetinden, onun kabalığından. Çıkagelen sömü-
rücü tavrından, en çok o korkuyor. Ve bir gün bu duygusal bir savaşa dönüşüyor. Onlar ellerin-
deki görevleri bırakıp birbirinin görevlerini çok daha iyi yapabileceklerini savundular. Ve ikisi de
zıtları olmak için bedenlerini değişti. Zalimin o büyük kırmızı elbiseden bükük bacakları çıkmış
ve çorapları ayağına girememişti bile. Merhamet ise onun kör bakışlarına sahipti. Konuşmalar,
olduğumuz yerde havayı ağırlaştırıyordu. Değiştirdikleri kalpleri Zalime uygun değildi. İçten içe
söylemek istediği o çirkinliğe kalbi izin vermiyordu ve kalp onu kabul etmedi. Merhamete ait olan
güzelliği ve saflığı taşıyamayan Zalim orada can verdi. Merhamet’in ise içinden gelen o saflık kalbi
iyileştirdi ve o yaşamaya devam etti. Ve ben ise bazen düşünüyorum onlar ben miyim diye.