Prospektüs net bir uyarıyla geliyor. Alkolle karıştırmayın. Veya alkolle birlikte kullanmayın. Hangi biriyse, hiçbir zaman hafızamla öne çıkan bir insan olmadım. Ve evet, işte burada şehir ayaklarımızın altından ufka doğru uzanıyor. Ellerimizde birer kadehle dağın tepesinde oturuyoruz. O sessizce şehri izliyor. Gelecek yıllarla şehre geliştireceği sevgi henüz içinde sadece bir tohum. Burada olmamalı. Burada olmamalıyız. Yılın en soğuk günü, çocukluğumuzdan beri kar görmemiş bu şehrin üstüne kar taneleri usulca düşüyor. Aklı başında olan herkes bu görüşmeyi iptal ederdi veya birbirini görmeyi çaresizce beklemeyen herkes. Korkarım ki bu durumda çaresiz olan benim, o ise sadece aklını yitirmiş. Ellerim titriyor, belki soğuktan belki heyecandan. İki kadeh şaraptan sonra çakırdan öteyim. Tekrar ediyorum, prospektüs net bir uyarıyla geliyor. Sevgililer gününden bir gün sonra burada olmamalıyım. Aptalca bir şey yapmaya veya dürtüsel gibi gözüken fakat aşırı derece düşünülmüş olan sözler beyan etmeye hazırım. Neden buradayım? Neden işinin onu soktuğu stresi, bu şehirden ayrılma planlarını dinliyorum? Neden mi? Çünkü çağırdım ve o da geldi, her zaman yaptığı gibi. O beni çağıramazdı çünkü bir el uzatma sırası bendeydi. Veya bu belki de benim kendimi kandırma stratejimdir, bu rüyayı biraz daha uzatmak için bulduğum bir yol. Belki de. Bu ileri geri hareketlenme yıllardır devam ediyor. Onu bir yere çağırıyorum, karşılığında o da beni bir yere çağırıyor. Bir soru soruyorum, karşılığında o bir soru soruyor. Gidiyor ve geri geliyor. Gidiyorum ve geri gelmeye çalışıyorum. Veya dengeler göründüğü kadar sabit değil. Bir noktada oynadığımız bir oyun gibi bu, fakat tereddütümüzün kibarlıktan mı korkudan mı olduğundan emin değilim. Oyunun kuralları çok uzun zaman önce kuruldu. Ve bir anda konuşma sırası bende. Yemek yemeyi ve uyumayı nasıl unuttuğumu, reçeteli ilaçlarımı, hayattaki amacımı kaybettiğimi anlatıyorum. Ruhumun çirkin, çürük kısımlarını göstermek konusunda hiçbir tereddütüm yok, ama yine de, kendimi koruma içgüdüm hiçbir zaman pek kuvvetli değildi. O ise o kadar kendinden emin, hayatın kendisi için nasıl şekilleneceğinden o kadar kesin görünüyor ki. Yurt dışına taşınacak, parayı bulacak, dönecek ve kazandığı parayla politikaya atılacak. Savunmasızlığıma karşı olan kayıtsızlığı beni hiddetlendiriyor. Bu yüzden bir çıkış yolu arıyorum, konuyu değiştirmek için söyleyebileceğim herhangi bir şey. Daha delice bir şey söylemek, onu saçmalığıyla kahkaha atacağı bir konuya iteklemek istiyorum. Ağzımı biraz sonra terk edecek kelimelerin benim için önemi yalnızca yıllar sonra anlayabiliyorum. Ona bunu söylüyorum çünkü çektiğimiz çizgiler açık değil. Sevgilimin bana söylediklerini aktarıyorum.
“ Dediğine göre bir ayıyı vurmuş sonrasında da yüzdüğü deriden kendisine bir palto yapmış. Ve Rus bir üvey amcası varmış. Amcası veya üvey amcası, şu noktada ben de pek emin değilim, bir nükleer silah kaçakçısıymış. Şehir merkezindeki evinde büyük bir kedi olduğunu sanarak ufak bir vaşak beslemiş. Tabii yetkililer el koyana dek. İnanabiliyor musun?”
Arsız bir kahkaha atıyor. Ben de tabii ki gülüyorum fakat yüzümdeki sırıtış donuk kalıyor. Kafamda bir çark işlemeye başlıyor. Bu korkunç bir farkındalık gibi. Bu şoförü, yolcusu ve arka koltuktaki çocuk olduğum bir araba kazası gibi ve o ise yalnızca bir şahit. İzliyor, gülüyor. Sevgilim bana söylediği şeyleri onunla paylaşmaktan bir suçluluk duyabilirdim. Duyabilirdim ama söylediklerinin deliliği beni bu suçluluktan azad ediyor. Bana ve çevresindeki insanlara nasıl yalan söylediğini, böyle yalanları nasıl sorgulamadığımı anlamlandıramıyorum. Gülmeye devam ediyorum, yüzüme oturan maske fazla tanıdık. Çevremdeki herkesin beni en başından uyarmaya çalıştığını fakat benim herkesi kulak arkası ettiğimi fark ediyorum. Sonrasında nasıl fazla uzun süre sessiz kaldığımı, yanında fazla uzun zaman geçirdiğimi. Midemdeki çalkantı dayanılmaz bir hal alıyor. Tamamen ve düpedüz bir şekilde kandırılmış hissediyorum. Dikkatimi bu korkunç farkındalıktan çekip buraya taşıdığımız kamp sandalyesinde oturan kişiye odaklıyorum. Hayatımın parçalanışını, olduğum insanın dikişlerinin nasıl söküldüğünü görmezden geliyorum. Ona odaklanıyorum, benimle aynı renk olan saçına, üstümdekine benzeyen siyah paltosuna. Benden ne kadar uzun olduğuna odaklanıyorum, yıllar önce birkaç ay konuşmadıktan sonra aradığında sesinin değişimine karşı geçirdiğim ufak çaplı o şoka. Şimdi bile hatırladığımda yüzümde ufak bir tebessüm oluşur. Sesi o kadar kısa bir zamanda değişmişti ki tanıyamamıştım. Sonrasında ufka ve batan güneşe bakıyorum. Her buluştuğumuzda, ki birbirini bu kadar uzun zamandır tanıyan iki insan için bu pek sık yaşanmıyor, olduğu çocuktan dönüştüğü adamı gözlemliyorum. Bu değişim yalnızca fiziksel değil, istekleri, kendine güveni, dinlediği müzikler ve okuduğu kitaplar da değişiyor. Göğüs kafesime bir ağrı oturuyor. O bir araba kazasının şahidi ise ben de dünyanın yörüngesinde dönüşünü izleyen bir tanığım. Etrafında bir uydu gibi hissediyorum. Bendeki değişimleri, tanıştığım insanlar tarafından bırakılan izleri fark edip etmediğini merak ediyorum. Bana duyduğu hayranlığı, o boş tapınmayı hala hissedip hissetmediğini. Ben düşünürken o da kaçırılmış fırsatlardan bahsediyor, boşa harcanmış zamanlardan. Biri ve bir durum hakkında, çok geç yakalamak ve çok geç farkına varmak hakkında. Dediklerinin ironisi beni güldürüyor, işte tam da bu benim durumum değil mi? Suratımdaki gülümse bir kulağımdan diğer kulağıma uzanıyor fakat kalbim deli gibi atmaya devam ediyor. Bunların hepsi bir oyun, bu özgüven, bu cesaret.
“Kaybedilmiş olasılıklar seni deli ediyorsa o zaman seni daha da sinirlendirecek bir haberim var.”
Şarap şişesi ayaklarımızın altında boş bir şekilde yerde duruyor. Karnımda şiddetli bir çalkantı var. Geriye dönüp baktığımda o an bile farkında olduğumu hissediyorum, bu hiçbir zaman yaşanmayacak bir şey ama onu öpüyorum veya o beni öpüyor. Kısa, bir hayal kırıklığı, o fazla ayık ben ise fazla sarhoşum. Bu yıllarca beklemeye değer miydi? Hem yakında gidecek, büyük ihtimalle bir daha geri dönmemek üzere. Aramızdaki boşluğa dolan hava fazla boğucu. Ne yaptığımı da biliyor, ne olduğumu. Donarak eve yürüyoruz.
Ardından gelen ve geçen günler beden dışı deneyimlerden öte. Bedenim ona sevgilimin bana söylediği yalanları aktarıyor. Bedenim şehri izliyor. Bedenim odamda, kaloriferin yanında ısınıyor. Bedenim yalanlarının inanılmazlığını sorguluyor. Bedenim psikiyatristin ofisinde ne yapmam gerektiğini soruyor. Bedenim bir apartmanın merdivenlerinde, dizlerinin üstünde. O ise elimi tutuyor, nefesi kesik kesik. Sırf onun yüzünden mi ayrıldığımızı soruyor. Hayır diyorum. Durum kavrayabileceğimden çok daha karmaşık. Hayatın parçalanırken kimsenin elleri kalıntılarını toplayacak kadar büyük değil. Aynaya bakıyorum, yansımamı görebileceğim herhangi bir yüzeye. Burada bitmeli. Hayatındaki her şey yıkılırken yüzünün bu yaraları göstermesini bekliyorsun. Göstermiyor. Yansıman bile sana ihanet ediyor. Burada bitmeli, kimsenin omuzları yükünü taşıyacak kadar geniş değilken. Bitmiyor. Yıllar sonra anlatılacak bir hikaye oluyor, o kadar iyi çalışılmış bir hikaye ki rüyalarında bile repliklerini söyleyebilirsin. Yıllar sonra sokaklarda dolanırken aklından esintiyle geçen bir düşünce halini alıyor fakat şimdilik bu yara taze ve yansımandaki kadının bakışları çok- çok kayıp.