Filmlerden konuşur, sabahlara kadar birbirimize şiirler okuyup kendi filmimizi çekme ümidi ile kaçak rakı içerdik. Ama hiçbir zaman bu hayali gerçekleştiremedik. Bir keresinde onlara rüyamda gördüğüm bir filmden bahsetmiştim. Adamın biri arabasıyla eve dönüyor, gece saatleri, hız kurallarına uyuyor fakat elinde sigaralık var. Direksiyon başında ara ara çekiyor sigaralıktan. Az sonra yola bir adam atlıyor, arabanın altında kalıyor, sabaha kalmadan hayatını kaybediyor. Hâkim de katile bir hafta ev hapsi cezası veriyor. Ama öldürdüğü kişinin evinde… Ve öldürdüğü kişinin ailesi, yaşadığı psikozdan ötürü katili oğulları zannediyor. Çünkü kaza gecesi oğullarını evden kovmuşlar.

“İsmi neydi filmin?”

“Hatırlamıyorum.”

Üçümüzdük. Ben, Kısa Cemal ve Ayı Ozan. Cuma günüydü. Cuma günleri okul çıkışı dolmuşa atlar, Kısa Cemal’in Akyaka’daki evine giderdik.

“Düş İdi,” dedi, Ayı Ozan. “Düş İdi, olsun filmin ismi.”

Böylece Düş İdi koyduk, rüyamda gördüğüm, belki de başkasına ait olan filmin ismini. Ama ona her zaman kendi hikâyemizmiş gibi yaklaştık, hatta filmi çekmek için finansman bulmaya başlamıştık bile. Ben bir buçuk ay gibi bir sürede senaryoyu tamamladım, Ayı Ozan oyuncuları, mekânları ve set planını oluşturdu, Kısa Cemal teknik ekipmanları ve paranın bir kısmını ayarladı. Oyuncularla tanışmak üzere, yine bir cuma günü, Kısa Cemal’in evinde buluşuldu. Ayı Ozan, başroldeki kadın oyuncu için bizim okuldan birini bulmuştu: Esma. Sosyoloji okuyordu ve bütün gece boyunca neredeyse hiç konuşmadı. Evdeki tek kadın oydu. Onun dışında altı kişiydik. Diğerleri de okulun tiyatro topluluğundan, Blur Burhan, Anten Hüsnü ve Ersin. Uyumak için sabahın ilk dolmuşlarını bekliyorduk, herkes evine dönecekti. Kendi filmimizi bırakıp Bela Tarr’ın Karanlık Armonileri hakkında konuşuyorduk.

Esma araya girdi: “Filmdeki sigaralık sahneleri nasıl çekilecek?”

“Nasıl yani?” diye sordu, Kısa Cemal.

“Gerçekten ot mu içilecek? Araba kullanırken yani…”

“Öyle olur muhtemelen,” diye kestirip attı Kısa Cemal.

“Ben daha önce hiç ot içmedim,” dedi katil rolünü oynayacak Anten Hüsnü. Filmde ot içen tek karakter oydu. Aynı zamanda ehliyeti de yoktu fakat bunu bize çok sonradan söylemişti.

“Tütün sararız o zaman.”

“Tütünle olur mu oğlum, sahici olması lazım,” dedi Ayı Ozan.

“Ama benim için fark etmez,” diye söze karıştı Anten Hüsnü. “Denerim yani, ne olacak…”

Sabaha dek sürdü tartışmaları. Kısa Cemal, ot değil de tütün sarılmasını savunuyordu ısrarla. Ayı Ozan ise gerçekten ot kullanılmasını istiyordu. Bense hiç düşünmedim bunu. Kafam başka bir yerdeydi.

Dolmuş saati geldiğinde evden ayrıldık, midem allak bullaktı, hiçbir şey yememiştim. “Karnın aç mı?” diye sordum Esma’ya. Börekçiye gidip bir şeyler yedik. Çay içerken, “yanımda biraz ot var,” dedi Esma. “İçelim mi?”

“İçmeyelim, midem bulanıyor,” diyemedim. Azmak Nehri’ne gittik, kendi elleriyle kallavi bir sigaralık hazırladı, ateşleyip bir duman aldıktan sonra bana uzattı. Yarım saat sonra onun gibi bir sigaralık daha yaptı. Tam kalkacakken eğilip kendi üzerime kustum. Elini nehre daldırıp suratıma su vurdu, biraz kendime geldikten sonra dolmuşa bindik ve ayrıldık.

O günden sonra birkaç kez daha karşılaştık Esma ile okul kantininde, ders aralarında. Yalnızca birinde konuşma fırsatı bulabildik. Beni gördüğünde rahatsız olduğunu hissediyordum. Ya da bir çekincesi vardı. Dersin başlamasını bekliyordu. Tek başınaydı. Birer çay alıp yanına oturdum.

“O gün eve gider gitmez Karanlık Armonileri seyrettim,” dedi.

“Beğendin mi?”

“Siyah beyaz filmleri pek sevmiyorum, ama yine de çok etkileyiciydi.”

“Bizim film de siyah beyaz olacak,” dedim.

“Senin senaryonu da pek beğenmedim açıkçası.”

“Neden toplantıya geldin öyleyse?”

“Oynamak istiyordum.”

“Neden?”

“Tez ödevi olarak filmi verip üzerine bir şeyler yazabilirdim çünkü. Ama vazgeçtim.”

“Neden?”

“Başka filmler var.”

“Mesela?”

“Karanlık Armoniler.”

“Bu kadar mı?”

“Bu kadar değil,” dedi. “Bütün gece boyunca altı tane erkek hayvan gibi bacaklarıma bakıyordu. Bundan da rahatsız oldum.”

“Özür dilerim,” dedim, afallayıp kaldım.

“Neden?”

“Seni rahatsız ettiğimiz için. İstersen toplantıları dışarıda yapabiliriz?”

“Neden?”

“Kendini daha rahat hissedersin belki.”

“Bu okul bitmeden bana rahat yok,” dedi saatine bakarak. Sonra apar topar kalktı.

Ara ara yine küçük toplantılar yaptık, Kısa Cemal’in evinde. Esma’nın yerine başka bir kadın bulundu, her birimiz en az bir kere o kadınla yattık. Her seferinde kendi filmimiz hakkında daha az konuşur olduk. Başka filmlerden konuştuk, kaçak rakının yerini sigaralıklar aldı.

Aylar sonra, yine bir cuma günü, Ayı Ozan’ın aklına bizim film geldi. Neden orada bulunduğumuzu hatırladık. Hepimizin içini bir sıkıntı sardı ve bu sıkıntıdan kurtulmak için filmi belirsiz bir tarihe erteledik ve sene sonuna kadar her hafta toplanmaya devam ettik. Artık neredeyse Kısa Cemal’in evine yerleşmiştik. Haftada bir iki kez kendi evime gidiyor, üstümü değiştirip tekrar geliyordum. Sene sonunda bitirme ödevi olarak başka bir film çekmeye karar verdik. Altı buçuk dakikalık, Yakusça, Farsça ve İbranice diyaloglardan oluşan renkli bir film çektik. İsmini de Kervan Döndü Düş İdi koyduk.

Mezun olduktan sonra herkes memleketine döndü. Kısa Cemal’in evi bana kaldı. Film sayesinde birkaç yerel festivalden küçük ödüller almıştık, oradan payıma düşen parayla evin üç aylık kirasını ödemiştim ama cebimde beş kuruş nakit para kalmamıştı. Bir kız arkadaşım vardı, hafta sonları bende kalır, sigara ve mutfak masraflarımı karşılardı. Onunla da çok pis atıştık bir gün, artık beni kaldıramadığını söyledi ve terk etti evi. Uzun zaman sonra aklıma Ayı Ozan geldi. Okul bittiğinden beri hiç konuşmamıştık. Telefonla onu aradım. Ocak’ta askere gideceğini söyledi.

“Hani vicdani ret yapacaktık, oğlum?” dedim.

“Hayat şartları, aile baskısı, ne yaparsın.” dedi. “Gideyim de çıksın aradan.”

“Aile demişken,” diye araya girdim. “Ben galiba ailemin yanına döneceğim.”

“Hayırdır?”

“Hayat şartları,” dedim gülerek. “Kiramı ödeyemiyorum.”

İki aydır kiramı ödeyemiyordum. Ev sahibi ile anlaştık, bir hafta içinde evi boşaltırsam beni mahkemeye vermeyeceğini söyledi. Aynı gün içerisinde hem bilgisayarım bozulmuş hem de telefonum suya düşmüştü. Geldi mi hep üst üste gelir zaten. Ev sahibinin teklifini kabul ettim. Kars’a otobüs bileti almak için dolmuşla merkeze gittim. Bilet parasından kalan on lirayla kendime tütün aldım, eve dönerken durakta onu gördüm. Esma. Canı sıkkın uzaklara dalmıştı. Beni gördü. Bu defa beni gördüğüne sevindiğini hissettim, ince bir tebessüm etti.

“Nereden böyle, hayırdır?” diye sordu, yanına davet edip.

“Otobüs bileti aldım, memlekete dönüyorum,” dedim. “Sen ne yapıyorsun buralarda?”

“Okuldan dönüyorum.”

“Okulun bitmedi mi senin?”

“Uzattım okulu, yüksek lisans yapıyorum.”

Cevap vermedim. Elindeki tekli sigaralığı bana uzattı. “Özür dilerim,” dedi.

“Neden?” dedim, cevabını bildiğim halde.

“O gün sana biraz sert çıkıştım,” dedi.

“Neden?”

“Regliydim, anlarsın işte. Sinirlerim epey gergindi, vizelerim de bok gibi geçmişti zaten. Siz ne yaptınız, çektiniz mi o filmi?”

“Başka bir film çektik,” dedim. “Olmadı, beceremedik onu.”

“Sağlık olsun,” dedi. “Her şey olacağına varır.”

Sigaralıktan bir duman daha çekip ona uzattım. Akyaka dolmuşu geldi. Gülümseyip ayrıldık.