Nerelere uçmak ister bilmem ama o küçük kuş kafesimdedir ve benim ayaklarım bu yolun yokuşlarına alışıktır. Kaç yaşında olduğumu ve saçlarımı kimin kestiğini bilmiyorum. Yalnız, okunmaz bir yazı bırakıp da arkamda Nil’in durgun suyundan geçmiş ve Yusuf’u orada bulmuştum, bunu anımsıyorum. Gündüzü kör gözlerden saklar gibi sakladığımız ala boyanmış ellerimizi yine Nil’de yıkamıştık. Çünkü ellerimizi kanlı görürlerse bizi öldürürlerdi, suyu kimse suçlayamazdı.
Nerelere uçmak ister bilmem ama o küçük kuş kafesimdedir ve o ne yana çevirirse başını, ben de o yana çeviririm. Bir bağbozumu vakti dünyayı tanımak arzusu düşmüşken içime evvel zamanlarda güzgörmüş ruhum yüzümdeki yarayı hatırlatır bana. Sonu gelmek bilmeyen ölü gecede; bu korkunç, bu karanlık, bu aysız gecede korkulu bir düş görürsem eğer Yusuf’u uyandırırım.
Nerelere uçmak ister bilmem ama o küçük kuş kafesimdedir ve ben güneşi görmek uğruna bir pencerem olsun diye yıkmışken duvarımı, Leyla bir kat daha perde çekmektedir gökyüzüne. Tanrı bilir Leyla’nın öldüğünü, ben yaşıyorum. Yusuf bilir güneşin altında sudan çıkmış halimi ve göreceğimiz ilk baharda vuracaklarını beni. Bir guguk kuşu anlattı: Damı akan virane bir evin çatısı altında Yusuf kesmiş saçımı. Bir tapınak duvarına yüz sürüp savurmuş balkandan gelen rüzgâra. İşte böyle açılmış yüzünün yüzümde açtığı yara.
Yusuf’un gözlerini bir daha güneşten yana açmayacağını biliyorum. Mavi yahut yeşil olmasının bir hikmeti yokken sonsuz kıymeti vardır bu gözlerin benim fezamda. Geceden geceye uzanan kanatlarımı ağır ağır kapatıyorum. Nerelere uçmak istediğini artık bildiğim küçük kuş, bugün kafesinden uçacaktır.