Hislerimiz, tepkilerimiz, duygularımız … Bireyi canlı tutan üç ana etken. Yaşama ve varoluşa dair üç mühim delil… Yaşama dair delil, ve bireyi canlı tutan üç ana etken, yani ayakta kalmayı sağlayan üç büyük kolon dedik değil mi? O halde bu etkenler ve deliller olmazsa veyahut hür bir sadâ, dik bir duruşa sahip olamamışsa, biz bu etkenleri yok ya da esir hükmünde ifade edebiliriz. Peki nedir bu etkenleri esirleştiren ve bu nedenle yozlaştıran? Kalbimizde barındırdığımız üzüntü; iktidar sahiplerinin, kediye lazer tutup yönlendirdiği gibi, lazerin işaret ettiği yere üzülüp, lazeri o hedeften çektiğinde, üzülmeyi bırakıyorsa, evet, üzüntümüz zindanda esirdir! Yüreğimizde yanan ve kainatı yakmaya yetecek güçte olan öfkemiz; elinde güç barındıranların, uzun menzilli tüfeklerinin, nişan aldığı noktalara yağdırmaya başlıyorsa lanet ve küfürlerini, hedef değişir değişmez ise, şalteri inen oda gibi tek bir saniye içerisinde karanlığa çekilip, reddediyorsa öfkesini, evet, kalmamıştır elimizde, öfkemize dair bir hürriyet!
Yaşamı güzelleştiren mutluluk; eğer ki otoriter sınıfların koordinatlarında, mutlu olma “hakkını” kazanıp, koordinat dışına çıktığı takdirde bu “hak” çalınıyorsa elinden, evet, hiç şüphesiz ki mutluluklarımızın boyunlarına urgan, ayaklarına prangalar takılmıştır!
Hür hissiyatın yolu; iktidar sahiplerinin lazer hedefine göre değil; bireyin kalbini sızlatıp onu öfkeye yüceltecek olan, özgür hissedilmiş hüznündedir…
Hür tepkinin yolu; bitmez tükenmez ateş olan öfkemizin, güç sahiplerinin atış menzillerinde değil; zalimin çürümüş bedenleri ve yozlaşmış ruhların da şaklayıp, bizi zafere taşıma görevini üstlenmiş, sınıfsızlığın olduğu yeryüzünde mutlu bir dünyaya götürecek olan, tasmasız, urgansız, “izinsiz” mutluluklarımızdadır!
Yaşamak izin istemez, müsaade almaz. Hissettiklerimiz, tepkilerimiz, boyunduruksuz mermilerdir…