Bir günün, herhangi bir sabahında 32 aylık oynadığımız köhne sokak aralarında, serçe parmağından yakaladın gökyüzünün. Alt katmandaki sosyal sorumluluklardan ve allahsız statükodan uzak ayakkabı boyacısı çingene bir çocuğun, teneke kutusu eşliğinde Kazım’dan şarkılar mırıldandığı, hücrelerimizin boşaldığı, son birdir oyunları zamanına denk geldin sen. Gelenek ve modernizm çelişkisi arasında cenin pozisyonundan sıyrılıp açtığında gözlerini, kızıl kızıl itfaiyeciler, mavi kordonlu polis ışıkları ve hasta yatağında kurtarılmayı bekleyen, ulaşımın kolay, hassasiyetin son derece zor olduğu günlerde aksakallı cenaze aracında binlerce ölü… Koca koca kentlere doğru akın akın bir insan akımı…
Kazıkçı İshak bakkal, dev Mehmet, son top bükücü Nihal teyze, sevimli faşo baban, hiç de faşo olmayan isimsiz Meryem anan ve tüm insanoğlu… Gördün onları… Sinek arabasının ölgün ışıkları ve dumanları arasında birer birer kayboldular… Korunaksız bir yalnızlığa, toplumsal hayvanlığa ve tüm çelişkisiyle yeni bir yüzyıla merhaba! Karınca kararınca bir cinayet işlemiş olan ve bir sakarlığın kurbanı olan karınca için ağlayan bir neslin, kibrit kutusundan bir tabut, saman sarısı kâğıtlardan oluşan bir mezar ve o mezarın başında hıçkırıklarla ağlayan gaz maskeli çocuklar… Gayrimenkul hafriyatçılar ve devrim’in düş olduğu zamanlar, Ali’ye, İsmail’e, Ethem’e, Abdullah Cömert’e, Berkine, Atakan Ahmet’e ve daha binlercesine unutulmayacak bir sitem niteliğinde, Turgut Uyar’ın askerleriyiz isimli bir eylemde hep hatırlanacak bir dize yankılanıyor belleğinde;
‘’ Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam
diyor birisi yineliyorum
hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
hiç unutma’’
Resim: İstiklal Yürüyüşü Mesut Eren.
Resmedilmiş tema: Diren’en gezi.
Reddedilmiş gerçeklik: Camii avlusunda işeyen solucanlar.